Nisan 30, 2014

Heidegger ve Nazizm: İronik ilişkiler



Heidegger ve Hitler bıyığı.

Geçen ay, meşhur Alman filozof Martin Heidegger’in “Schwarzen Hefte” (Kara Notdefteri) ismi verilen ve 1931’den 1970’lere kadar tuttuğu notlardan oluşan defterlerinin ilk üç bölümü yayımlandı. Defterleri ortaya çıkaran kişi, Wuppetal Üniversitesi’nde Martin Heidegger Enstitüsü’nün direktörü Peter Trawny. Hikâyenin ironik kısmı şu: Hayatını Heidegger araştırmalarına adayan Trawny, Alman filozofun saygınlığını bir hayli sarsan bir keşif yapmış. Zira defterlerde Heidegger’in anti-Semitik ifadeleri, hiç olmadığı kadar aşikâr.

Nisan 29, 2014

Foucault’nun muhteşem İran ‘yanılgısı’


20. yüzyılın belki de en parlak filozofu Michel Foucault, 1978’de İran’da ayaklanmalar başladığında, bir İtalyan gazetesine olay yerinden makaleler yazmak üzere Tahran’a uçar. Elbette Foucault’nun İran Devrimi hakkında neler söyleyeceği önemlidir. Ancak biyografisinde pek de şık durmayan bir ‘leke’ olarak kalır bu macera. En yoğun eleştirileri, İran’la ilgili yazdıkları sebebiyle alır. ‘Devrim’in büyüsüne kendini kaptırmakla suçlanır. İran'ın 1980'lerini yaşadıktan sonra eleştirmek daha kolay, lâkin Foucault’nun oradaki hâli, gerçekten güzel bir hikâye...

Nisan 27, 2014

Bir bozgunun hikâyesi


Vakvak Ağacı: Ağaçlara asılan Yeniçeri kafaları.

1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması, II. Mahmud devrinin en önemli meselelerinden. Devlete yakın tarihçiler, “vaka-yı hayriye” diye adlandırırken, muhalif kesimler, bilhassa Bektaşî geleneğinin temsilcileri “vaka-yı şerriye” olarak görür. Cemil Meriç, Osmanlı’yı tarif ederken, üçlü bir sacayağından bahseder: Saray, Ulema ve Yeniçeri. Bugün, “checks and balances” denilen “iktidarı sınırlandırma, kontrol etme” anlamındaki yapı, bu üçlü sacayağının unsurlarının birbirini sürekli denetlemesiyle varoluyordu. Zaten II. Mahmud’un ocağı kapatırken en büyük gerekçelerinden birisi de, Yeniçerilerin reformlara engel olmasıydı. Meriç’e göre Yeniçeri İlgası, “Devlet-i Âliyye’nin intiharıdır”.

Nisan 26, 2014

Batı’nın sansürü, Doğu’nun sansürü



TIME: "Bir sır öğrenmek ister misiniz?"
Wikileaks’in kurucusu Julian Assange, 2010’daki “ABD Dışişleri yazışmaları” sızıntısından sonra bir anda meşhur olmuştu. Belgeleri dünyanın önde gelen gazeteleri (içlerinde ABD’li gazeteler de vardı) yayımlattı. Bu gazetelere dokunamayan ABD’li yetkililer, Assange’a yüklenmeye başladılar. Wikileaks’e yönelik tecrit operasyonu başladı ve internet sitesinin yayınını durdurmak için her yol denendi. Tabi başarılamadı. Bu arada Julian Assange, bazı gazetelere röportajlar veriyordu. The Guardian’ın internet sitesinde, canlı bir “soru-cevap” etkinliği bile düzenledi. Orada, şu mealde bir soru sorulmuştu: Batılı demokrasiler ‘ifade özgürlüğü’nü çok önemser ve bunu “ahlaki otorite” meşruiyeti olarak görürler. Wikileaks’e yapılan saldırılar biraz da bu iddiayı sarsmış olmadı mı? Assange’ın cevabı şöyle:

Nisan 24, 2014

Keşan’da bir Ermeni kızı


Hikâyedeki kız, bu fotoğraftakine benziyordu belki de.

Yüzbaşı Henry Newbolt Lyster, İstanbul’da doğmuş bir İngiliz. Babası dönemin Osmanlı Bankası’nda memur olduğu için, ailesiyle uzun yıllar İstanbul’da yaşamış. Daha sonra Avrupa’da eğitim almış, Birinci Dünya Savaşı çıktığında da, İngiliz Ordusu’na katılarak yeniden İstanbul’da görevlendirilmiş. Aynı zamanda bir yayıncı olan oğlu Ian Lyster, yakın zamanda Yüzbaşı Henry’nin o günleri anlattığı günlüğünü (beraberinde babaannesinin enfes ayrıntılarla dolu günlüğünü de) yayımladı. Şimdi size, 24 Nisan’ın hatırasına, o günlükten Ermeni bir kızın hikâyesini anlatacağım.

İki kadın şairin hikâyesi

Tabi ki bu kadınlar, o şairler değiller.
Zeyneb Hatun ve Mihrî Hatun, aynı devirde yaşayıp aynı şiir meclislerinde erkeklerle beyit yarıştırmış, devrin Amasya’sında sancağa çıkan Şehzade’nin etrafında bulunmuş, şiirleriyle, nazireleriyle, pek çok tarihçiden aldıkları övgüyle Osmanlı edebiyat tarihinde hayatlarını sürdüren iki hatun kişi. Aslında ben Zeyneb Hatun’un Fatih Sultan Mehmed’in karşısına peçesiz çıkıp -maalesef karşılıksız kalan- aşkını iki beyitte takdim ettiğini bilirdim. Lakin Mihrî Hatun da, hemen yanında beliriverdi. Haliyle bu hikâyede -bazı tarihçiler aynı devirde yaşadıklarına dair kesin delile rastlamasalar da- birini birinden ayırmak mümkün değil.

Nisan 21, 2014

Şeyh-i San’an’ın ‘tuhaf’ hikâyesi

Tasavvufî hikâyeler, alegorik yapısallığa dayanırlar ve hikâyedeki her bir unsur, gerçek hayattaki bir detaya işaret eder. Böylece çoğunlukla bir tasavvufî hikâyeyi dinlediğinizde ya da okuduğunuzda, kıssadan hisseyi çözmeniz fazla vakit almaz. Ayrıca hikâyeyi nakleden ârif de çoğunlukla hikmetini anlatır. Fakat bazı hikâyeler, dünya hayatının sınırlarını düşündürmesi açısından hayli ilginç. Onlardan birisi, Feridüddin-i Attar'ın, Mantıku't Tayr'ında (Kuşların Konuşması), "Şeyh-i San'an'ın Hikâyesi" diye bilinen tuhaf hikâye...

Nisan 20, 2014

Müzikal-filmleri sever misiniz?



Aslında sahne için tasarlanmış bir kurguyu, sinemada seyretmek, Cem Yılmaz’ın gösterilerini sinemaya taşımasına benziyor. Ama gene de, benim gibi sahneyi pek sevmiyor, her karakterin bir şarkısı (hikâyesi) olması hoşunuza gidiyor, müziğin duyguları daha çok harekete geçirdiğini düşünüyorsanız, müzikal-filmler şahanedir. Hele normalde aklınızda kalmayacak bir diyalogun şarkı hâline dönüşerek zihninizde dolaşıp durduğunu düşünün. Anadolu’daki ağıtlar ya da Hint filmlerindeki danslar da aslında benzer şekilde “hikâyeler”in performansa, şarkıya, şiire dökülmüş hâlleri neticede…

Aşağıda hoşuma giden birkaç güzel müzikal-filmden sahneler var…

Nisan 19, 2014

John Lloyd'dan göremediklerimiz üzerine




TED Talks arasında en eğlendiğim video bu. “What is invisibility? More than you think.” (Görünmezlik nedir? Düşündüğünüzden fazlası.) başlıklı animasyonda, TED Talks’ta kısa bir “performans” sergileyen İngiliz komedi yazarı John Lloyd, “görünmezlik” üzerinden bilimsel bulguları kurcalıyor ve nihayet, aslında ne kadar az bildiğimizi anlatıyor. Hemen bütün TED konuşmalarında olduğu gibi basit, sadede gelmeden, soruları cevaplamadan.

Nisan 18, 2014

Gabriel Garcia Marquez öldü


Margarita Korol'un güzel bir Marquez makalesi için yaptığı bir illüstrasyon

İyi bir romancının, yeni bir biçim icat etmesi gerektiği söylenir. Biçim kaygısıyla, içeriğin atbaşı gittiği romanlar, sadece iyi hikâyeler barındırmakla kalmaz, okuyucuya kendi hikâyelerini anlatmak üzere, onları daha keyifli kılan, farklı dil oyunları da miras bırakır. Gabriel Garcia Marquez de, öyle bir yazardı benim için...

Nisan 17, 2014

Büyük Engizisyoncu ve Le Grand Pacha



Birbiriyle ilintili iki uzun hikâye anlatacağım. Vaktiniz varsa, buyrun.

Ilya Glazunov'un 1985'te kitap için yaptığı illüstrasyon
“Büyük Engizisyoncu”, Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler romanının en meşhur hikâyelerinden birisi. Ivan, kardeşi Alyoşa’ya anlatıyor. İspanya’da, Engizisyon’un hüküm sürdüğü zamanlarda, Hz. İsa yeniden dirilir ve kalabalığın arasında insanlara görünür. Daha bir gün önce Büyük Engizisyoncu’nun yüzlerce “din düşmanı”nı ad majorem gloriam Dei yaktığı alanda, insanlar onu hemen tanır. Küçük, ölü bir kızı diriltir, yaşlı, kör bir adamın gözlerini açar. Ama Büyük Engizisyoncu, onu hemen yakalatır. Zindana atar. Gece yarısı, Engizisyoncu dirilen Mesih’i hücresinde ziyaret edecektir.

Nisan 16, 2014

Âl-i İmran 66'nın hikâyesi

Ekşi Sözlük'te 5 sene önce gözüme çarpıp hakkında bir şeyler karaladığım, "İşte siz böylesiniz!" hitabı, Âl-i İmran Suresi'nde geçer. Bazı meallerde, "Siz o kimselersiniz ki..." diye de Türkçeleştiriliyor ifade. Sure'nin 65-68 numaralı ayetleri, Hz. İbrahim hakkında bilmeden atıp tutan insanları (ehli kitaptan) muhatap alır ve 66. ayette şöyle der mealen: "Haydi diyelim ki az çok bildiğiniz konularda tartışıyorsunuz. Peki ne diye hakkında bilginiz olmayan hususlarda tartışıyorsunuz! Halbuki işin doğrusunu Allah bilir, siz bilemezsiniz."

Ne kadar açık: Bilmediğiniz konularda ne diye tartışıp duruyorsunuz? Size de yazık...

Bu blog neden var?


En çok kendim için. Kafamı toparlamama yardımcı olsun, arşiv gibi kullanayım. "E bize ne bundan?" diyeceksiniz belki. Ama internetin yeni fenomeni olan "sharing" (paylaşma) ritüeline katkımız olsun. Sürekli hayatımdan insanlar, kitaplar, filmler, diziler, müzikler, olaylar, olaylar, olaylar geçip gidiyor. Bakalım size anlatınca daha fazla anlam verebilecek miyim?

İki küçük hikâyeyle başlayayım madem.