Roma'daki St. Peter Bazilika'sındaki Pieta. |
Meryem (ra), karnı
burnunda. O güne dek, bir erkeğin yüzüne bile uzun uzun bakmamış. Ailesinden
kopup doğuda bir yere çekildiğinden (19/16, Meryem) beri herkes onu öyle
tanımış, öyle bilmiş. Aralarında yaşadığı ve kendilerinden olduğu
İsrailoğulları’nın bazı önde gelenleri onu pek sevmese de, Zekeriya’nın (as) koruması
altında tapınakta geçiriyor hayatını. Zira annesi, İmran’ın karısı onu Allah’a (tapınağa) adamış (3/35, Âli İmran).
Sonra bir melek
görünüyor ona...
“Ben,
yalnızca Rabbinden gelen bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan
etmek için buradayım.” (19/19, Meryem) diyor. Bulunduğu yer bir perdeyle
ayrılmış tapınaktan. Onun mahremi orası. Karnı belli olana dek orada öylece
yaşıyor. Rivayete göre Allah, ona yiyecek ve içecek gönderiyor gayb
hazinesinden.
“Böylelikle ona
gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi.” (19/22, Meryem) ayetinden
anlıyoruz ki, karnında taşıdığı bebeğiyle kaçmak zorunda kalıyor. Issız bir
yere çekiliyor. Doğum sancısı başladığında, “Keşke bundan önce ölseydim de,
hafızalardan silinip unutuluverseydim.” (19/23, Meryem) diye geçiriyor içinden.
İncil’e göre Meryem’in
yoğun baskıya uğrama sebebi, onun Joseph’le “uygun olmayan şekilde” görüştüğü
imasına dayanıyor (1/25, Matthew). İncil’de İsa’nın (as) doğumu, alelade bir
doğumdan farklı değil. Yine burada, Meryem’in bir olağanüstülüğü yok. O da,
diğer bütün insanlar gibi, ‘günahlarının karşılığında kendisini kurtarması için’
İsa’ya muhtaç (3/23, Romans).
Nihayet kucağında bebek
İsa’yla (Ermenice isim olan Manuk, çocuk demekmiş ve çocuk İsa için de kullanılırmış...) kavmine gidiyor. Allah onu uyarıyor: Eğer herhangi bir
beşer görecek olursan, de ki: “Ben Rahman’a oruç adadım. Bugün kimseyle
konuşmayacağım.” (19/26, Meryem).
Konuşsa
anlatabilir miydi? “Bu bebek Allah’tan geldi. Onun elçi meleği Cibril bana göründü
ve İsa Mesih’i (as) doğuracağımı söyledi. Ne olur bana inanın!” deseydi, onu
çocukluğundan bu yana tanıyanlar, ona inanır mıydı? Onu hayatı boyunca himaye
etmiş Zekeriya, bir şey söyleyebilir miydi savunmak için? Söylese, akıl mantık
alır mıydı? Mucizeler, en çok da böyle zamanlar için var...
“Biz Meryem’in
oğlunu ve annesini bir ayet kıldık…” (23/50, Müminun) sözleriyle Meryem’e iki
kez, yani hem İsa’nın adı yerine ‘Meryem’in oğlu’ diyerek hem de sonra ‘annesi’
hitabıyla Meryem’i tekrar anarak, paye veren Allah, bu tuhaf durumdan kulunu,
kundaktaki bebeği konuşturarak kurtarıyor.
Burada galiba
kutsal hikâyelerle ilgili akılda tutmamızı gerektiren en önemli şey, hiçbir
şeyin göründüğü gibi olmadığıdır. ‘Durduk yere’ kalkıp devcileyin bir gemi yapmaya
koyulan Nuh’u (as) hatırlayın… Henüz 17-18 yaşlarında gencecik bir çocukken, “Ben
hallederim!” diyerek savaşta Calut’u öldürebileceğini söyleyip öne çıkan Davud’u
(as) hatırlayın. (Ya da The Leftovers isimli şahane diziyi seyredin…)
Nihayet o Meryem,
kucağındaki bebekle kavminin karşısına çıktığında, birçokları ona tiksintiyle
bakıyordu. Bir ressam olsaydım, Meryem’in kucağındaki bebekle çaresizce ama
inanarak beklediği o sahnede, evet, etraftaki insanların yüzlerini tiksinti
duyan bir ifade ile çizerdim. Belki bazılarında ‘Ben demiştim!’ kibri de olabilir.
Bu da yine Michelangelo'nun elinden çıkma bir Meryem ve bebek İsa. |
O an Meryem’i bu
durumdan kurtarabilecek yegâne şey, kucağındaki bebeğin konuşması olabilirdi
ki, o gerçekleşiyor. Herkesi hayretler içerisinde bırakan bebek İsa, Allah’ın
kendisini elçi olarak gönderdiğini ve kitap verdiğini (19/30, Meryem)
söyledikten sonra çok hoşuma giden şu sözü de söyleyiveriyor: “Ve [Allah] beni
mutsuz bir zorba kılmadı.” (19/32, Meryem).
Meryem’in doğduğu
ve büyüdüğü yerin adı İncil’de, Nazareth. ‘Önemsiz bir şehir’ olarak biliniyor.
Öyle ki ileride İsa’ya ilk inananlardan olacak Nathanael, “Nazareth’ten iyi bir
şey çıkabilir mi acaba?” diyor yaşadığı şehir için (1/46, John). Aslında İncil’de
Meryem, en az Nazareth kadar ‘önemsiz’. Meryem’i bugünkü gibi bir ‘ikon’ hâline
getirenler, büyük oranda, sonraki Hıristiyanlar.
Bugün Avrupa’nın
pek çok şehrindeki katedrallerde, kiliselerde ya da müzelerde Meryem’e dair bir
ize (yüze) rastlamak mümkün. Beni, Meryem’le ilgili düşünmeye ve bu yazıyı
yazmaya iten de o izler/yüzler. Onun, İsa’yı doğururken yaşadığı hayreti,
sevinci ve masumiyeti ifade eden yüzü mesela. Çoğu zaman yere doğru eğilmiş ama
bazen de göğe dönmüş ve orada Rabbine yalvararak bakan yüzü. Yahut İsa’nın
bedenini çarmıhtan indirip kucağına alırken beliren hüzünle daha da saflaşan
yüzü.
Ressamların ya da
heykeltıraşların defalarca, dönüp dönüp ziyaret ettikleri o yüzün uzunca bir
süre sadece ‘masumiyet’ ile sınırlandırılması tuhaftı esasen. Çarmıhtan
indirilmiş İsa’nın cansız bedenini kucağında taşıyan Meryem’in resmedilmesi,
1300’lerde Almanya’dan Avrupa’ya yayılan bir gelenekti. (2012’de Koreli yönetmen Kim Ki-duk,
Pieta isminde nefis bir film yaptı ayrıca.)
En ünlüsünü
Michelangelo’nun 1500’lerin başında yaptığı (diğer heykellerinin aksine, buna
imzasını da koymuştur) bu ‘Pieta’ tarzı heykeller ya da resimler, bir annenin
hüznünü yansıtması adına hayli başarılı örnekler. Hele ki o anne, yaklaşık otuz
yıl önce aynı oğlunu, kundaktayken tutmuş ve kollarının arasında bir mucizeye,
Nazareth’in insanlarına hem dünyaya gelişini haber vermek, hem de annesini ‘temize
çıkarmak’ adına konuşmasına şahitlik etmişti.
yazınız aklıma Kristeva'nın bir yazısını getirdi, belki biliyorsunuzdur ama Wikipedia linki şu: https://en.wikipedia.org/wiki/Stabat_Mater_(Kristeva)
YanıtlaSilYazıyı internetten bulabilir misiniz bilmiyorum ama epey güzel (ve bence biraz zor) bir metin. sevgiler.
teşekkürler bakayım.
YanıtlaSil