En çok kendim için. Kafamı toparlamama yardımcı olsun,
arşiv gibi kullanayım. "E bize ne bundan?" diyeceksiniz belki. Ama
internetin yeni fenomeni olan "sharing" (paylaşma) ritüeline katkımız
olsun. Sürekli hayatımdan insanlar, kitaplar, filmler, diziler, müzikler,
olaylar, olaylar, olaylar geçip gidiyor. Bakalım size anlatınca daha fazla
anlam verebilecek miyim?
İlki, True Detective isimli ilk sezonu yayınlanmış
Amerikan dizisinden. Genç dedektifle, tecrübeli dedektif, bir olay yeri
incelemesinde muhabbet etmektedir. Genç olan, çok fazla mistik hikâye bildiği
için, bir çeşit mistik ritüel içeren cinayetle ilgili hikâyesini kurar.
Tecrübeli olan, "Çok çabuk sonuca atlıyorsun" der. Elde hikâyeyi
sağlayacak yeterince delil yoktur ama evet, hikâye de mevcut duruma cuk
oturmaktadır. Gene de, iyi bir dedektifin, önce delilleri toplaması gerektiğini
anlarız.
İkinci hikâye, Matrix filminden. Konsül üyesiyle, bizim Neo gece
gezmesine çıkmışlar Zion'da. Zion, malum, yerin bir hayli altında oyulmuş bir
çeşit mağara. Bu mağaranın ısıtma, havalandırma, arıtma işlerini yapan
makinaların önünde duruyorlar. Konsül üyesi, yaşlı ve bilge adam, "Bu
makinalar" diyor, "bizim hayatta kalmamızı sağlıyor." İroni şu:
O sırada başka makinalar da Zion'u yok etmek üzere harekete geçmişler. Neo,
tabi genç ve heyecanlı, "Ama bunları biz kontrol ediyoruz!" Yaşlı ve
bilge adam, nasıl kontrol ettiklerini sorunca da yanıtlıyor hemen:
"İstersek kapatabiliriz." Elbette bu imkânsız. Kapattıklarında
havasızlıktan, susuzluktan ölecekler. Bağımlı olma durumu bir nevi. Neo
soruyor: "Sadede gelirsek?" Bilge adam (mealen): "Benim gibi
yaşlı adamlar, sadede gelmek için anlatmazlar."
Siyaset denen acayip şey, bizi sürekli "sadede
gelmek" için zorlarken, bu blogda "sadede gelmeden" yazıp
çizeyim biraz. Paylaşımlara katkılarınızı da hususiyetle beklerim.