Bu yazıdaki fotoğraflar şu şahane siteden: blackbettyblog |
1. Ortadoğu neresi? Öncelikle sormanız gereken soru şu:
Nereye göre “Ortadoğu”? Evet, tabi ki de, Avrupa’ya göre. Ortadoğu da kendi
içinde Mağrip ve Maşrık diye ikiye ayrılıyor. Kuzey Afrika’nın batıya yakın
kısımları, Tunus, Fas, Libya gibi ülkeler Mağrip; Türkiye’den başlarsak Suriye,
Irak, İran hattı ve aşağısı (Lübnan, Umman, Ürdün vs.), Mısır’ın da dâhil olduğu bölge Maşrık oluyor. Afganistan ve Pakistan da zaman zaman Ortadoğu
olarak anılabiliyor.
Okuma parçası: Where is Middle East? (Foreign Affairs, Temmuz 1960)
2. Sykes-Picot Antlaşması: 1916’da,
İngiliz diplomat Mark Sykes ile Fransız meslektaşı François Georges-Picot
arasında imzalanan ve Ortadoğu’daki sınırları İngiliz-Fransız ortaklığında
belirleyen anlaşmadır. Rusya’da 1917’de Ekim Devrimi olduğunda, iktidara
gelenler bu anlaşmayı dünya kamuoyuna duyurunca bizler de haberdar olduk. Lakin
gene de olan olmuştur. Bugünlerde yaşanan gelişmeler için sıklıkla,
“Sykes-Picot’un sonu geldi, sınırlar yeniden çizilecek!” çıkışı yapılabilir.
3. Arap Baharı: 2010’lardan sonra “Ortadoğu uzmanı” olmaya karar
vermişseniz, öncelikle referans vermeniz gereken kilit olay Arap Baharı’dır.
Bazıları “Arap Uyanışı” diyebilir. Özetle: Tunus’ta bir seyyar satıcının
kendisini yakmasıyla başlayan olaylar Mağrip’ten Maşrık’a uzanmış, Libya ve
Mısır’da rejimleri değiştirmeye çalışmış, Cezayir ve Fas’ta kendini hissettirse
de pek etkili olamamış, Bahreyn ve Kuveyt’te mezhep gerginliklerini arttırmış,
Suriye’de tıkanmış ve İran’a (2009’daki “yeşil devrim” girişimini saymazsak)
hiç uğramamış şeydir. Buradaki kilit espri: “Bahar diyorduk kışa döndü!”
Okuma parçası: Islam and the Arab Awakening, by Tariq Ramadan
4. Sünni-Şii çatışması: İslam içi çatışmalar aslında çok
eskilere (Dört Halife dönemine) dayanıyor. Ama 20. yüzyıl boyunca, mezhep
çatışmaları bir çeşit dolgu malzemesiydi denebilir. Aslolan iktidarların devamı
ve maddi çıkarlar olsa da, hemen her ülke mezhepsel farklılıkları popüler
destek için kullandı. Arap Baharı’ndan sonra oluşan yeni güç dengesizliğinde,
mezhepler artık sadece ulus-devletlerin değil devlet-altı yapılar denebilecek
silahlı örgütlerin de dolgu malzemesi. Anahtar cümle: “Mezhep savaşları bölgeyi
paramparça ediyor.” (Mezhep olmasa başka şey bulunurdu meraklanmayın.)
5. Kabile devleti: “Efendim bu Ortadoğu’dakiler hep
kabile devleti!” dememek için hiçbir gerekçeniz yok. En bariz örneğini, 2003’te
ABD Irak’ı işgal ederken yaşadık. Ardından Libya’da Kaddafi’nin tuhaf bir
biçimde devrilmesini gördük. Malum “modern devlet” dediğimiz yapı, kurumlarıyla,
bürokrasisiyle, belli pratikleriyle ortaya çıkar. Gücü, işlevselliğindedir.
Ancak Ortadoğu’da “devlet”, belirli kabile ve aşiretlerin güç mücadelesinin
dengelendiği ya da birinin, birkaçının geri kalanı üzerinde tahakküm kurduğu
alandır. Haliyle, bu “devlet”ler kurumsallaşamamış (modernleşememiş), iktidarda
kalmaya dayalı bir panik hâli içinde sürüp gitmişlerdir. Bir lider, "Biz kabile devleti değiliz" diyorsa, muhtemelen öyledir.
6. Filistin-İsrail: Geldik en çetrefilli konuya.
Sykes-Picot anlaşmasıyla (İngiltere’nin talebi üzerine) Filistin isimli bölge
Osmanlı’dan devralsınlar diye önce oradaki Arap aşiretlere, ardından
Yahudiler’e söz veriliyor. İki tarafı da idare etmek üzere İngilizler, 1918-48 arasında orayı Milletler Ligi diye bir şey icat ederek yönetiyor. Tabi 1948’e
kadar Yahudiler oraya akın ediyor ve toprakları satın almaya başlıyorlar. Başta
Kudüs meselesi olmak üzere pek çok nedenden Araplarla Yahudiler çatışıyor.
Bazen ikisi de İngilizlerle sorunlar yaşıyor. Nihayet İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra, 1948’de İsrail kuruluyor ve problem daha da çözülmez hâle geliyor.
Ortadoğulu Müslüman ülkelerin tamamında makes bulan “Filistin Davası”, Ortadoğu
sosyalizmin etkisi altındayken sosyalist silahlı direniş, İslamcılığın etkisi
altındayken de İslamcı silahlı direniş şeklinde yürütülüyor. Eğer Ortadoğu’da
liderlik planınız varsa, Filistin Davası’na yatırım yapmanız kaçınılmaz.
7. ABD’nin rolü: Ortadoğu’da Sünni-Şii tarafların ortak olduğu bir mesele
varsa o da, ABD’nin Ortadoğu üzerindeki “şeytanî planları”dır. Birinci Dünya
Savaşı ve Sykes-Picot, bölgeyi (petrolü) İngiliz-Fransız hakimiyetine
bırakmıştı. İkinci Dünya Savaşı ve bağımsızlık hareketleri ise Sovyet Rusya (sosyalizm) etkisine açtı. Yine de buradaki yeni ve en etkili aktör ABD oldu.
1953’te ABD, CIA organizasyonuyla İran’da darbe bile yaptırdı. Gelgelelim, ABD
burada hem petrolü hem de İsrail’in çıkarlarını koruyayım derken, muazzam bir
“ABD nefreti” oluştu. Ortadoğu’daki hâkim siyasal görüşlerin hemen hepsi, içinde
bu nefreti barındırıyor. Hatta mezhep çatışmalarını ABD’nin bilerek kışkırttığı
söylemi yaygın. Neden olmasın?
8. El-Kaide: Usame bin Ladin, 1979’da Sovyet Rusya Afganistan’ı işgal ettiğinde, ABD tarafından “kahraman” ilan edilen bir “mücahit”ti. Zengin
bir ailenin mensubu olan bin Ladin, burada pratik savaş eğitimini tamamladı ve
kendisi gibi Sovyetlere karşı savaşan “mücahit”lerle birlikte El-Kaide’yi
kurdu. Organizasyon kısa sürede Ortadoğu’ya yayıldı, Sünni işadamlarından ciddi
finans desteği gördü. 11 Eylül 2001’de ABD’deki Dünya Ticaret Merkezi’ne
saldırarak dünya çapında meşhur oldu. ABD buna karşılık 2002’de Afganistan’a,
2003’te Irak’a askerî müdahalede bulundu. Hâlen bölgede en hâkim terörist
organizasyon El-Kaide’dir. İddialara göre El-Kaide, İran-Rusya-Çin istihbaratı
tarafından da destekleniyor. Radikal Sünni bir organizasyonun, Şii İran’dan destek
görmesini asla anlayamayacaksınız. Nitekim, Şii muadili olan Hizbullah da,
zaman zaman Sünniler tarafından desteklenebiliyor.
9. Körfez ülkeleri: En afili kavram budur. İran
Körfezi’nin etrafında sıralanmış bu ülkeler şunlar: Kuveyt, Bahreyn, Irak,
Umman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE). Sünni-Şii
çatışmasında da, Filistin Davası’nda da, ABD’nin bölgedeki güç ilişkilerinde de
genelde kritik pozisyonlarda bu ülkeler vardır. Katar ve Suudi Arabistan, şu
sıralar Sünni cephenin liderleri olarak görülüyor. Kuveyt ve Bahreyn’de
Şii-Sünni tansiyonu yüksek olduğundan buralarda İran’ın devreye girdiği
bölünmeler yaşanabiliyor. Suudi Arabistan, bölgedeki en hâkim pozisyonda
görülse de, Katar’a dikkat edelim...
10. Hıristiyan Araplar: Önemsizmiş gibi görünen ama önemsiz
olmayan konu. İslam, Arapların dini gibi algılansa da, İslam’ın başlangıcından
itibaren hep varoldular. 19. yüzyıl boyunca Avrupa’yla iyi ilişkileri oldu.
Napolyon bile 1800’lerin başında Mısır Seferi yaparken, bu coğrafyalardaki
Hıristiyanları korumak amacı güttüğünü söylüyordu. Gelgelelim, Arap
milliyetçiliği geliştikçe ve bu milliyetçilik içine İslam’ı kattıkça, Arap
Hıristiyanlar bölgede ciddi sorunlar yaşadılar. Osmanlı zamanında, Lübnan ve
Suriye’de yoğun nüfusları vardı. 1975-1991 arasındaki Lübnan İç Savaşı’nda,
silahlanmak durumunda kaldılar. Tabi bölgede sadece Araplar'ın yaşamadığını bilmek de faydalı.
Okuma parçası: Ölümcül Kimlikler, Amin Maalouf
11. Petrol: Assolistler en son çıkar hesabı, son maddede petrolden bahsedebiliriz. Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Ortadoğu denen petrol havuzunda, güç mücadeleleri sürüyor. Petrolü kimin kontrol edeceği, kime satacağı veya satmayacağı, bu arada diğer enerji kaynaklarının (doğalgaz vs.) dağılımı hep önemli oldu elbette. Gelgelelim, 2010'lardaki "Ortadoğu uzmanları" için bilinmesi gereken şudur ki: "ABD bir süredir Ortadoğu'nun petrolüne muhtaç değil."
Okuma parçası: Petrol Fırtınası, Raif Karadağ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder