Çizer arkadaşım, blog yazılarımdan
birisine özgün bir illüstrasyon yapmak istedi. Normalde blog’un formatına uygun
değil ama bir süre önce yazdığım kısa bir hikâyeyi önerdim. O da gayet güzel üç
illüstrasyonla katkıda bulundu. Hikâyeyi yazarken pek tasarlamadığım şekilde, üç çizimle birlikte, metin üç parçaya ayrılmış oldu. Afiyet olsun...
‘An’ın masalı
Karanlık çağlardan birinde, sezgileri hayli kuvvetli bir kadın, orta Afrika'nın
ormanlarında belki de insanlığın ilk tapınaklarından birini bulmuştu. İçinde
"Asla açmayın" yazan bir tabelayla birlikte, tahtalarla örtülmüş bir
şey vardı. Kadın, yazıdaki dili bilmediği için olsa gerek, tahtaları bir bir
sökmeye başladı. Bu ağaçtan örtüyü kaldırdıkça, kıyafetlerinin üzerinden
sıyrılmaya başladığını şaşkınlıkla seyretti. Nihayet arkasındaki tuhaf
makinayla karşılaştığında çırılçıplaktı. Korkudan dili tutulmuştu ama
sezgilerini esir alan merak duygusuna yenildi ve makinayı çalıştırmaya
yeltendi. İçindeki çarklar ağır ağır dönmeye başladığında, gözlerini kör eden
bir ışık kaynağı da harekete geçti. Kör ve çıplak kadın, el yordamıyla
makinanın etrafında bir kapatma kolu arıyordu. Nihayet doğru hamleyi yaparak
çarkların devinimini durdurmuştu ama yeterince vakit de geçmişti. Kör kadın,
bir anda yaşlanmış, içindeki bütün hayat enerjisi çekilmiş, inancı sönmüştü.
Artık ormandan dışarı çıkabileceğini düşünmediğinden, oracıkta yığılıp kaldı.
Yorgunluk onu pürüzsüz bir uykunun kollarına bıraktı. Rüyasında tahtı olmayan
bir kralın sarayındaki ziyafette buldu kendini. Konuklar aralarında tahtı
olmayan bir kralın böyle şenlikler düzenlemek dışında bir iradesi olmayacağını,
zaten ülke halkının da, hemen her şeyi yiyip bitiren bir kavganın ortasında
kaldığını, eğer bir taht bulamazlarsa, dünyanın her yerine yayılmış bu
krallığın bütün insanlarla birlikte yok olacağını konuşuyorlardı. Kadın, biraz
da kederle anlatmaya başladı. "Karanlık çağlardan birinde," dedi
yüksek sesle, "sezgileri hayli kuvvetli bir kadın, orta Afrika'nın
ormanlarında belki de insanlığın ilk tapınaklarından birini bulmuştu."
Sofranın sakinleri, kasıklarını tuta tuta gülmeye, kahkahalarıyla, tarihte
bilinmeyen en geniş kubbeli sarayı inletmeye başladılar. Kadın, ısrarla
sürdürdü: "İçinde 'Asla açmayın' yazan bir tabelayla birlikte, tahtalarla
örtülmüş bir şey vardı." Kral yüzünü ekşiterek lafa girdi. "O
şey," diye sordu kadına, "neydi?" Bu şölene ilk kez katılan din
adamları utançlarından kalkıp gittiler. Askerler, umursamazca tavırlar
takınarak ve dinlemekten sıkıldıkları bir hikâyeyi yeniden duyduklarını ima
ederek ayrıldılar. Kralın soytarı tayfası, masaların üzerine çıkarak hep bir
ağızdan bağırmaya başladılar: "Kadın, kadın! Nedir senin adın?" Kral,
tarih boyunca sorulmuş en anlamlı soruyu az evvel ağzından kaçırdığını düşündü.
Ayağa kalktı ve gürledi: "Muhafızlar! Atın bu kadını zindana!"
"Kadın, kadın! Nedir senin adın?" |
"Hepsi de uykudaydı." |
Kör ve
yaşlı kadın orta Afrika ormanlarının ortasındaki esrarlı tapınakta uyandı
tekrar. Rüyasında kendini zindana kadar sürükleyen muhafızların bıraktığı bir
tas çorbayı aceleyle midesine indirdi. Elleriyle etrafı yokladığında küflü kuru
ekmek parçaları buldu. Bir daha yemek bulamayacağını düşünerek onları
etekliğinin ceplerine sakladı. Zorlanarak ayağa kalktı ve makinanın orasını
burasını kurcalamaya başladı. Bir süre uğraştıktan sonra esrarın tamamını
çözebilmek için yine rüyaya yatması gerektiğini düşündü. Duvarları sürekli
daralan bir labirent hayal etti uykuya dalmadan önce. Düşünde, ağaçların
birbirine kur yaptığı, bu esnada birbirini tavlayabilenlerinin kökleriyle
birlikte hareket edebildiği ve ağaçların sürekli sıklaştığı bir ormandaydı.
Ülkenin en bilinen hırsız çetesinin üyeleri, ağaçların arkasına saklanmışlardı.
Hepsi de uykudaydı. Gece boyunca onların rüyalarında dolaştı ama aradığı anlamı
bir türlü bulamadı. Sert ve serin bir yağmurun üzerine üzerine yağdığını fark
ederek, dehşet içinde uyandı. Sırılsıklam olmuştu. Görebilseydi, tapınağın tavanının
yerinde olmadığını, kara bulutların arkasından cılız bir güneşin belirmeye
başladığını bilecekti. Korku içinde makinanın çarkları arasına sığındı. Nem ve
küf kokuları arasında, bu esrarlı aleti çalıştırdı. Dişliler, etlerini
kemiklerinden ayırırken gıkını bile çıkarmadı. Kralın muhafızları zindana
geldiğinde, her yer kan ve yağmurla ıslanmıştı. İçlerinden biri, matarasını bu
acayip karışımla doldurdu. Gece evine ve ailesine vardığında, kör ve yaşlı bir
kadının karısına hikâyeler anlattığını gördü. "Karanlık çağlardan
birinde,", diyordu kadın, "sezgileri hayli kuvvetli bir kadın, orta
Afrika'nın ormanlarında belki de insanlığın ilk tapınaklarından birini
bulmuştu." Soytarıların ziyafet sofrasının üstüne çıkıp söyledikleri
tekerleme geldi diline: "Kadın kadın! Nedir senin adın?" Çocukları,
ikisi kız biri erkek, hep bir ağızdan babalarının söylediklerini tekrar etmeye
başladılar. Hayalet, evin hanımının ağzından içeri girerek kayboldu. Muhafız,
matarasının içindeki sıvıyı şömine ateşinin üzerine döktü. Az evvel parıl parıl
yanan odunlar, aniden söndü ve evin ortasında kocaman bir çınar ağacı hızla
büyümeye başladı. Ürperti içinde evin erkeğine sarılan anne ve çocuklar, bu
ağacın gölgesi tarafından esir edilecekti. Durumu krala haber vermek için
saraya doğru koşarak giden muhafız, ormanın ortasında kayboldu ve taştan
yapılma bir tapınağın kapısına geldiğini, iyice yorulduğu bir esnada, anladı.
İçeri girdiğinde, "Asla açmayın" yazılı levhayı okudu. Makinanın
etrafındaki tahtaları kuvvetli bir iştahla söküp çıkardı. Karşısında gördüğü
esrarlı aleti çalıştırdı. Çarklar ağır ağır dönmeye başlarken makinanın
ortasında gözleri kör eden bir ışık hüzmesinin belirdiğini ve tam o anda
çırılçıplak olduğunu eşzamanlı olarak fark etti. O haliyle tapınaktan çıktı ve
ormanın sonuna varmak maksadıyla koşmaya başladı. Eski ve yeni ağaçların
birbirlerine yakınlaşmakta olduğunu, bunun duvarları daralan bir labirente
benzediğini, eğer daha hızlı koşmazsa bu sıklaşıp duran ormanın bir noktaya
dönüşeceğini ve kendisinin de öylece ezilip yok olacağını hissetti. Durdu. O
durunca ağaçlar da durdu. Sonra gökyüzünde hızla yer değiştiren bulutlar da
durdu. Eğer bilebilseydi, zamanın da durduğunu fısıldayacaktı kader ona.
Yorgunluktan ve hayretinden düşüp bayıldı muhafız. Rüyasında, kırk yıldır
hükmettiği halde ilk kez tahta çıkan bir kralın en sadık askeri olduğunu gördü.
Gri sakalını yavaşça sıvazlayan kral, bütün haşmetiyle ülkesine iktidar ediyor
gibiydi. Vezirleri ve onların yardımcıları aralarında ülkedeki dirlik ve düzeni
öven konuşmalar yapıyorlardı. O sırada kör ve yaşlı bir kadın, dilenci gibi
içeri girecekti. Muhafız hemen davranarak kadını kraldan uzakta bir yerde
durdurdu. Ne istediğini sordu. Kadın, kralı işaret ederek, ona anlatmak
istediği bir hikâyesi olduğunu söyledi. Muhafızla gözgöze gelen kral, elini öne
doğru uzatıp açarak kadının yaklaşmasını emretti. Kör kadın, biraz da
sendeleyerek yanaştı ve anlatmaya başladı: "Karanlık çağlardan birinde,
sezgileri hayli kuvvetli bir kadın, orta Afrika'nın ormanlarında belki de
insanlığın ilk tapınaklarından birini bulmuştu." Vezirler ve yardımcıları
aniden taş kesildiler. "İçinde," dedi kadın, "'Asla açmayın'
yazan bir tabelayla birlikte, tahtalarla örtülmüş bir şey vardı." Muhafız
müdahale etmesi gerektiğini düşündü ama o esnada kral merakla sordu: "O
şey, neydi?" Sarayın duvarları daralmaya, vezirler ve yardımcılarının
heykele dönüşen bedenlerini kırarak ilerlemeye başladı. Seneler sonra
yapılabilen taht parçalandı.
"Neydi, o şey?" |
Kral, korkusuna yenik düşerek bulabildiği ilk
aralıktan kaçmayı başardı ve ormana doğru yöneldi. Bir an arkasına baktığında,
sarayının küçücük bir sandığa dönüştüğünü görecekti. Nihayet ormanın ortasına
vardığında iyice yorulmuştu ama aynı zamanda taştan yapılma bir tapınağın
kapısını da görmüştü. Dikkatle baktığında tavanının yıkılmış olduğunu fark
etti. İçeride "Asla açmayın" yazılı bir levhayla birlikte, tahtayla
örtülmüş bir alet olduğunu anladı. Tacı dışında üstünde hiçbir şey kalmayıncaya
kadar açtı bu ahşap örtüyü. Makinanın çarklarını harekete geçirecek kolu
kıvışlattı. Ağır ağır dönen çarkların içinden gözleri kör edecek bir ışık
huzmesi belirdi. Kral, bakışını tam da oraya sabitledi ve tacını çalışıp duran
makinanın içine attı. Dişliler, saf altından yapılma bu görkemli tacı
öğütürlerken kral, bembeyaz saçı ve sakalıyla bir pir-i faniye dönüşmüştü.
Biraz sonra birkaç muhafızla birlikte kör ve yaşlı bir kadın geldi. Kadının
önüne bir tas çorba koyan muhafızlardan biri, kendi kralı olduğunu bilmediği
kralın da orada olduğunu gördü. Arkadaşlarının gitmesini bekledikten sonra
kendisini de bu esrarlı zindanın içine hapsetti. "Kadın kadın! Neydi senin
adın!" diye söylenmeye başladı. Kral, titreyen işaret parmağını makinaya
doğru uzatarak, "O şey, neydi?" diye sordu. Kör ve yaşlı kadın,
"Karanlık çağlardan birinde," dedi, "sezgileri hayli kuvvetli
bir kadın, orta Afrika'nın ormanlarında belki de insanlığın ilk tapınaklarından
birini bulmuştu." Fırtına ve yağmur bir anda boşandı gökten. Tapınağın ve
zindanın duvarları gerçekte ve rüyada daralmaya başlamıştı. Makina, kendiliğinden
harekete geçti. Taşlar birbirine kavuşurken, çarkların ortasındaki ışık hüzmesi
giderek büyüyordu. Ağır ve yapışkan bir uyku, kralı, kör ve yaşlı kadını, ve
muhafızı kıskıvrak yakaladı. Üçü birden aynı rüyanın içine düştüklerinde,
bedenleri, küçücük bir kuyuya dönüşen taş yapının içindeydi artık. Rüyada,
tahtına oturmuş kör ve yaşlı bir kadının anlattığı hikâyeyi dinliyordu kral.
Muhafız, hikâyenin sonunu merak ettiğinden müdahale edemiyordu. Nihayet kadın,
son kelimelerini ağzından çıkaracaktı. "O şey," dedi önemsiz bir
ayrıntıyı açıklar gibi, "zamanın çarkına sıkışmış bir andı."
Güzel bir takım oyunu olmuş. Tebrikler.
YanıtlaSil