Âlim deyince
genelde “İslam âlimleri” akla gelse de, aslında kelime İngilizce’deki “scholar”
ile birlikte düşünüldüğünde, elbette İslam âlimlerini de kapsayan ve El-Birunî'den Leonardoda Vinci’ye kadar uzanan genişlikte bir çağrışım alanına sahip oluyor. Her iki
durumda da ortak olan husus şu: Bir insanı bir konuda “uzman” olan kimseden -şöyle ağzını
doldura doldura- “âlim” seviyesine çıkaran şey, birden fazla alanda söz sahibi
olması. Rönesans dönemindeki “universal man” de buraya dâhil. Lâkin kimilerine
göre “modern bilim” artık âlim çıkaramıyor...
Bilim tarihçisi
Peter Burke’ün Bilginin Toplumsal Tarihi isimli iki ciltlik şahane çalışmasının
ikinci cildinde, bu hususa yer ayrılmış. Şöyle başlıyor:
“Yarım yüzyıl önce İngiliz-Macar filozof-bilgin Michael Polanyi, ‘herhangi bir bilgin’in, bilimin hâlihazırdaki toplam üretiminin ancak yüzde birini ilk elden yargılayabileceğine’ hayıflanıyordu. Durumu bir de bugün için düşünün!”
Sonra iki örnek
sunuyor yakın tarihten. İlki:
“Alexander von Humboldt, sıra dışı bir polymathia (allâmelik) gerçekleştirmişti; ilgilendiği alanlar arasında jeoloji, astronomi, matematik, botanik, fizik, kimya, coğrafya, arkeoloji, siyasal ekonomi ve etnoğrafya vardı. Şimdi bize ne kadar inanılmaz görünse de, bütün bu alanlarda var olan bilgiye özgün katkılar yapabilmişti.”
İkinci örnek, Cambridge’in
Emmanuel Koleji’nden “her şeyi bilen son adam” denilen Thomas Young:
“Bu zat hekimlik eğitimi görmüş ve tıp araştırmaları yapmıştı; ama aynı zamanda yaşam sigortası hesapları ile ışık ve ses fiziği üstüne önemli bildiriler de yayınlamıştı. Ayrıca, Mısır hiyerogliflerinin çözülmesine de katkıda bulunmuş, ama Champollion onun bu alandaki çalışmasını aşmıştı. Çağdaşlarının ‘Young fenomeni’ dedikleri bu adam Britannica Ansiklopedisi’nin altıncı basımının eklerine, ‘Diller’den ‘Gelgitler’e kadar değişik konularda 63 makale yazmıştı.”
Ancak bu
isimler “türünün son örneği” olarak bilim tarihinde yerlerini alıyorlar
denebilir. Peter Burke, 1959’da C. P. Snow’un (“romancılığa dönen bir
fizikokimyacı”) Cambridge’te verdiği bir konferansı hatırlatıyor:
“Bizim için en önemlisi, ‘bütün batı toplumunun düşünsel yaşamının giderek daha çok, bir yanda ‘yazınsal düşünürler’ ile öte yanda ‘maddi bilimciler’ diye iki zıt kutba ayrılmakta olduğu’nu savunmasıydı. Bilimsel kültür, ona sahip olanların az çok birbirlerini anladıkları, ‘yalnızca düşünsel anlamda değil, antropolojik anlamda da’ bir kültürdü, ama onun üyeleriyle beşerî incelemelerdeki entelektüeller arasında bir ‘kavrayamama’ uçurumu vardı.”
C. P. Snow’un
bahsettiği bu uçurum, sosyal bilimlerle sayısal bilimler arasındaki farklılaşmayı
tasvir ediyor ama aynı zamanda her bilimin kendi içinde profesyonelleşmesi,
kurumsallaşması gibi olguları da açıklıyor. Sanayi devriminden beri bilimler
hızla ilerlemekte ve yeni bilgileri tek bir kişinin elden geçirip bunlar
hakkında hüküm vermesi neredeyse imkânsız hâle gelmekte.
Elbette bunlar
bilimsel dünyanın yapısal problemleri. Martin Heidegger, daha eski bir zamanda “modern
bilim”in özüyle ilgili sözler ederken de çok ilginçtir ki “âlimin ölümü”nü ilan
etmişti:
“Âlim kayboluyor. Yerini, araştırma projeleriyle uğraşan araştırmacılar alıyor. Bunlar, ilmî vukufiyeti derinleştirmek yerine, uğraşlarını zekanın (açıkgözlülüğün) atmosferine emanet ediyorlar. Araştırmacı artık evinde bir kütüphaneye ihtiyaç duymuyor. Dahası, sürekli hareket hâlindedir. Toplantılarda müzakere eder ve kongrelerde bilgi toplar. Yayıncılarla komisyonlar için kontratlar imzalar. Bu da hangi kitabın yazılacağını artık yayıncıların belirlediği anlamına gelir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder