Sineklerin Tanrısı'nı yazmazken... |
Roman okurken arada durup Google’da bir
şeylere bakma ihtiyacı hissediyor musunuz? Hatırladığınız bir kavram, benzer
şeyleri daha önce de söylemiş birisi, bazı tarihî hadiseler, romanın yazıldığı yıllara
ya da yazarın hayatına dair bazı bilgiler... sayfaların üzerinde açılıp duran
yeni tab’lar... Sizce de farklı bir deneyim değil mi? William Golding’in, "ya 1953 ya da 54’te yazdım” dediği “Sineklerin Tanrısı” kitabını okurken,
ilginç bir şekilde kendimi Google’lamaktan alamadım. Bazı bulgularımı
paylaşayım.
Golding’in 1983’teki, hayli eğlenceli Nobel konuşmasını
dinledim. Hemen herkesin “karamsar yazar” dediği Golding, eleştirmenlere bu
zevki tattırdığı için mutlu olduğunu ama aslında kendisini “evrensel olarak karamsar, kozmik olarak iyimser” şeklinde tanımladığını söylüyor. “Evrensel”i,
insanın bilimsel yöntemle edindiği bulguların toplamı, “kozmik”i ise insanın tamamını
bilemediği o bütünlük (Tanrı da dâhil) haliyle ele alıyor.
Kitap, nükleer savaştan kurtulsunlar
diye uçakla başka bir yere gönderilen bir grup çocuğun, kaza ile bir adaya
düşmelerini ve burada hiç de “hoş olmayan” şeyler yapmalarını konu ediniyor.
Golding, benzer şekilde bir adaya düşen ve sonunda “medeniyet” kuran başka
çocukların hikâyesini anlatan Mercan Adası isimli sevimli kitapla dalga geçiyor
aslında.
Kitabın sonunda çocukları kurtarmaya gelen donanma subayı, çocuklara bakıp şöyle der: “Biliyorum. Çok hoştu herhalde. Tıpkı Mercan Adası kitabı gibi.” (sf. 248)
İkinci Dünya Savaşı’nı yaşayan, hatta cephede yer alan pek çok yazar gibi Golding de, hayli karamsar bir toplum tasavvuruna sahip. İnsanlığı “korku”nun
yönlendirdiğini savunuyor. Nitekim 1940’larda yazdığı Aydınlanma eleştirileri
ile benzer şeyler söyleyen Theodor Adorno’ya yaklaşıyor. Paul Crawford,
Hiroşima ve Holokost’un Golding’in edebiyatında hayli etkiliği olduğunu
belirtmiş.
Adorno, “Aydınlanma” denilen “medeniyet
inşa süreci”nin, “bilinmeyene olan korku”ya karşı bir savunma olarak geliştiği
gibi ilginç bir iddia ortaya atıyor. “İnsan, bilinmeyen hiçbir şey kalmadığında
kendisini özgür olarak hayal eder.” (Aydınlanma’nın Diyalektiği) William Golding
de, adada “kalıcı düzen”in bu tarz bir korku ekseninde gelişmekte olduğunu gösteriyor.
Atina demokrasisi gibi aralarında
toplantılar yaparak adada düzen kurmaya çalışan çocuklar, çok geçmeden,
etraftaki domuzları öldürüp et yeme sevdasına kapılarak ve herkesin dedikodu
olarak anlatıp durduğu “canavar” hikâyesine inanarak, vahşiliklerini
keşfediyorlar. Ve böylece kabile düzenine geçiyorlar. İlk yöneticiler Ralph ve
Domuzcuk, adadan kurtulmak için bir ateş yakmayı öncelerken, kabile düzeninin “reis”i
Jack, domuzları öldürmeyi ve bir kale inşa ederek burada “savaş dansları” ile
eğlenmeyi kurumsallaştırıyor. Sonuç? Et yemek ve vahşi danslar yapmak, yani “şölen”,
neredeyse bütün çocuklara daha “tatlı” geliyor. Elbette burada soru şu: Avlanma
mecburiyeti olmasa ve “canavar” korkusu etrafı sarmasa, bu çocuklar yine bu
kadar kötü işler yaparlar mıydı?
“Hangisi daha iyi? Kurallar yapıp anlaşmak mı, yoksa ava çıkıp öldürmek mi?” (sf. 221)
Gelgelelim, Simon isimli çok ilginç bir
karakter var. Eflatun’un mağarasında olduğu gibi, Simon dışarıdan gelen ışığı
görebilenlerden. Zaten, “Sineklerin Tanrısı” (Beelzebub) sadece Simon’la
konuşuyor. Sara hastası olması da, mistik karakterini tamamlıyor. Kitabın
sonunda Mina Urgan’ın yazdığı “sonsöz”de, şöyle de bir anekdot paylaşılmış
zaten: “Golding, kitabını bir gazeteciyle tartıştığı sırada, Simon’un ‘İsa’yı
andıran bir kişiliği’ olduğunu, sezgileriyle gerçeği görebildiğini söylemiştir.”
Sinema uyarlamalarından birinde görülen Sineklerin Tanrısı “Sineklerin Tanrısı [Simon’la konuşurken] bir balon gibi şişiyordu. ‘Gülünç bir şey bu. Oraya gitsen de gene ancak benimle karşılaşacağını pekâlâ biliyorsun... Onun için kaçmaya kalkma!’” (sf. 175)
William Golding, kısa bir radyo tanıtımında, “adada neden hiç kız yok?” sorusuna da kendince cevap vermiş.
Eğer adada kızlar da olsaydı, cinselliğin gündeme geleceğini ve anlatmak
istediği hikâyede bu duyguya yer vermek istemediğini söylüyor. Bir de, kadın
erkek eşitliğine inanmadığını, kadınların erkeklerden daha üstün varlıklar
olduğunu... Bir de Golding, kitabı yazdıktan 20 yıl sonra tekrar okuyunca, pek beğenmemiş.
Elinize sağlık.
YanıtlaSilhttp://kanvekuller.blogspot.com.tr/2015/03/dusus-mahkumlarla-deney-yuzuklerin.html