Cumhuriyet döneminde sarığını çıkarsa da, İstiklal Mahkemeleri'nde yargılanmaktan kurtulamaz. |
Tahirü’l Mevlevî, Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e geçerken nelerin kaybolduğunu görebilmek adına mühim bir şahsiyet.
Geride pek çok eserin yanı sıra, “Matbuat Âlemindeki Hayatım” isimli hatıra
kitabı, hayli güzel hikâyelerle dolu. Onlardan bir tanesi, Tahir Efendi’nin
Sebilürreşad mecmuasında yazarken, 199. sayısında çıkan, Şeyh Galib’in ölüm
yıldönümünde yapılması planlanan bir “anma töreni”ne dair itirazı.
9 Haziran 1328 [1912] tarihli Hak gazetesinde, Receb ayının 27. günü bir
anma töreninin yapılacağından ve bu törenin nasıl icra edileceğinden
bahsediliyor. Tahirü’l Mevlevî makalesinde üç paragraflık anma programını
okuyunca şöyle düşündüğünü aktarıyor öncelikle:
“Bu mufassal makalenin ağlamak mı yoksa gülmek mi icab ettiği pek de kesitirilemeyen teşebbüsat-ı garibimize bir lahika-i acibe olan manasını hüzün ve istiğrab-agîn [üzülmüş ve şaşırmış] bir tavır ile düşündüm. (...) -bir Mevlevî olmak hasebiyle- bir iki söz söylemek istedim.”
Ardından kısaca, Şeyh Galib’in bir “şair”
olduğu kadar, bir Mevlevî dervişi olduğunu, Mevlevî geleneğinde ölülerin yâd
edilmesine dair hâli hazırda birçok güzel âdetin yerleştiğini, burada bahsi
geçen merasimin teşekkürü değil kınanmayı hak ettiğini söylüyor. Sonra da anma
programını olduğu gibi alıntılıyor.
Şöyle özetleyebiliriz:
- Davetlilere birer davetiye verilecek ve programa sadece davetiyesi olanlar katılabilecek.
- Receb’in 27. Cuma günü davetlilerin saat 4’te merasim mahallinde olmalılar.
- Geleceklerin koyu renk elbise giymeleri ve siyah boyunbağı takmaları rica olunur.
- Toplandıktan sonra, merasim heyetinin uyarısı üzerine, önce Mevlevî büyükleri, ardından da orada bulunacak zâtlar Şeyh Galib türbesinin önünde krokide gösterilen şekilde yer alacaklardır.
- Herkes yerine geçtikten sonra organizatörlerden Köprülüzade Mehmed Fuad Bey, Şeyh Galib’in hayatı ve eserleri hakkında bir konuşma yapacaktır.
- Ardından Mekteb-i Mülkiye öğrencilerinden Akif Efendi, Hüsn-ü Aşk’tan ve diğer şiirlerinden bazı parçalar okuyacaktır.
- Mevlevî adabına uygun olarak dergâhın postnişini efendi hazretleri bir “gülbang keşidesiyle” merasimi sonlandıracaktır.
Tahir Efendi’nin yorumu ise şöyle:
“Şu merasim, Avrupa eâzımından [büyüklerinden] mesela ‘Panteon’da medfun olan Fransız meşahirinden [meşhurlarından] birinin kabrini ziyaret için tertip edilmiş olsaydı, kimsenin bir diyeceği kalmaz ve ‘yalnız kabre konulacak çelenk unutulmuş’ itirazına kalkışacaklardan mâdâ şakk-ı şefe edecek [başka laf söyleyecek] bulunmazdı. Lakin garptan şarka, Paris’ten İstanbul’a, Panteon’dan Galata Mevlevîhanesine, mesela Victor Hugo’nun medfeninden Şeyh Galip’in merkadine tahvil-i nazar edilince [göz çevrilince] şayan-ı tatbik ve kabil-i icra [uygulanması mümkün] olmadığı görülür. Çünkü bizde kabir ziyaretine açık yahut koyu renkli elbise ile değil, abdestle ve temiz kisve ile gidilir. Mezar başında da nutuklar, mektuplar, şiirler okunmaz, âyât-ı kerîme, ve salavat-ı şerife kıraat olunur, dua edilir.”
Bu satırlardan sonra da, Meşrutiyet’in
ilânından sonra Trablusgarp valiliğinden seraskerliğe [genelkurmay başkanlığı]
getirilip aniden vefat eden Recep Paşa’nın cenazesinin top arabasına yüklenmek
istendiğini ancak Müslümanların buna engel olduğunu hatırlatıyor. Makalenin
sonunda ise, Şeyh Galip’in sanduka örtüsünün yenilenmesi için oradan buradan
para toplanmasına kızıyor, merasim heyetini, Galip Dede gibi hayatını istiğna
içinde yaşayan birine ölümünden sonra dilencilik yaptırmakla suçluyor.
Bu itiraz üzerine yaşananlar hayli
tanıdık. Hak gazetesinde Şehabettin Süleyman ismiyle bir cevap yazılıyor.
Tahirü’l Mevlevî, bu düşüncelerinden ötürü, “III. Selim devrinden bu yana” görülen
yeniliklere karşı çıkanlarla ve “dört senelik Meşrutiyet devrinde” her şeye
mani olanlarla aynı türden bir “mürteci” olmakla itham ediliyor. Akabinde Tahir
Efendi ayrıntılı bir cevap daha yazıyor ve konu kapanıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder