Temmuz 26, 2016

Meryem ve ‘pieta’

Roma'daki St. Peter Bazilika'sındaki Pieta.
Meryem (ra), karnı burnunda. O güne dek, bir erkeğin yüzüne bile uzun uzun bakmamış. Ailesinden kopup doğuda bir yere çekildiğinden (19/16, Meryem) beri herkes onu öyle tanımış, öyle bilmiş. Aralarında yaşadığı ve kendilerinden olduğu İsrailoğulları’nın bazı önde gelenleri onu pek sevmese de, Zekeriya’nın (as) koruması altında tapınakta geçiriyor hayatını. Zira annesi, İmran’ın karısı onu Allah’a (tapınağa) adamış (3/35, Âli İmran).

Sonra bir melek görünüyor ona...
“Ben, yalnızca Rabbinden gelen bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için buradayım.” (19/19, Meryem) diyor. Bulunduğu yer bir perdeyle ayrılmış tapınaktan. Onun mahremi orası. Karnı belli olana dek orada öylece yaşıyor. Rivayete göre Allah, ona yiyecek ve içecek gönderiyor gayb hazinesinden.

“Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi.” (19/22, Meryem) ayetinden anlıyoruz ki, karnında taşıdığı bebeğiyle kaçmak zorunda kalıyor. Issız bir yere çekiliyor. Doğum sancısı başladığında, “Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim.” (19/23, Meryem) diye geçiriyor içinden.

İncil’e göre Meryem’in yoğun baskıya uğrama sebebi, onun Joseph’le “uygun olmayan şekilde” görüştüğü imasına dayanıyor (1/25, Matthew). İncil’de İsa’nın (as) doğumu, alelade bir doğumdan farklı değil. Yine burada, Meryem’in bir olağanüstülüğü yok. O da, diğer bütün insanlar gibi, ‘günahlarının karşılığında kendisini kurtarması için’ İsa’ya muhtaç (3/23, Romans).

Nihayet kucağında bebek İsa’yla (Ermenice isim olan Manuk, çocuk demekmiş ve çocuk İsa için de kullanılırmış...) kavmine gidiyor. Allah onu uyarıyor: Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: “Ben Rahman’a oruç adadım. Bugün kimseyle konuşmayacağım.” (19/26, Meryem).

Konuşsa anlatabilir miydi? “Bu bebek Allah’tan geldi. Onun elçi meleği Cibril bana göründü ve İsa Mesih’i (as) doğuracağımı söyledi. Ne olur bana inanın!” deseydi, onu çocukluğundan bu yana tanıyanlar, ona inanır mıydı? Onu hayatı boyunca himaye etmiş Zekeriya, bir şey söyleyebilir miydi savunmak için? Söylese, akıl mantık alır mıydı? Mucizeler, en çok da böyle zamanlar için var...

“Biz Meryem’in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık…” (23/50, Müminun) sözleriyle Meryem’e iki kez, yani hem İsa’nın adı yerine ‘Meryem’in oğlu’ diyerek hem de sonra ‘annesi’ hitabıyla Meryem’i tekrar anarak, paye veren Allah, bu tuhaf durumdan kulunu, kundaktaki bebeği konuşturarak kurtarıyor.

Burada galiba kutsal hikâyelerle ilgili akılda tutmamızı gerektiren en önemli şey, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığıdır. ‘Durduk yere’ kalkıp devcileyin bir gemi yapmaya koyulan Nuh’u (as) hatırlayın… Henüz 17-18 yaşlarında gencecik bir çocukken, “Ben hallederim!” diyerek savaşta Calut’u öldürebileceğini söyleyip öne çıkan Davud’u (as) hatırlayın. (Ya da The Leftovers isimli şahane diziyi seyredin…)

Nihayet o Meryem, kucağındaki bebekle kavminin karşısına çıktığında, birçokları ona tiksintiyle bakıyordu. Bir ressam olsaydım, Meryem’in kucağındaki bebekle çaresizce ama inanarak beklediği o sahnede, evet, etraftaki insanların yüzlerini tiksinti duyan bir ifade ile çizerdim. Belki bazılarında ‘Ben demiştim!’ kibri de olabilir.

Bu da yine Michelangelo'nun
elinden çıkma bir Meryem
ve bebek İsa.
O an Meryem’i bu durumdan kurtarabilecek yegâne şey, kucağındaki bebeğin konuşması olabilirdi ki, o gerçekleşiyor. Herkesi hayretler içerisinde bırakan bebek İsa, Allah’ın kendisini elçi olarak gönderdiğini ve kitap verdiğini (19/30, Meryem) söyledikten sonra çok hoşuma giden şu sözü de söyleyiveriyor: “Ve [Allah] beni mutsuz bir zorba kılmadı.” (19/32, Meryem).

Meryem’in doğduğu ve büyüdüğü yerin adı İncil’de, Nazareth. ‘Önemsiz bir şehir’ olarak biliniyor. Öyle ki ileride İsa’ya ilk inananlardan olacak Nathanael, “Nazareth’ten iyi bir şey çıkabilir mi acaba?” diyor yaşadığı şehir için (1/46, John). Aslında İncil’de Meryem, en az Nazareth kadar ‘önemsiz’. Meryem’i bugünkü gibi bir ‘ikon’ hâline getirenler, büyük oranda, sonraki Hıristiyanlar.

Bugün Avrupa’nın pek çok şehrindeki katedrallerde, kiliselerde ya da müzelerde Meryem’e dair bir ize (yüze) rastlamak mümkün. Beni, Meryem’le ilgili düşünmeye ve bu yazıyı yazmaya iten de o izler/yüzler. Onun, İsa’yı doğururken yaşadığı hayreti, sevinci ve masumiyeti ifade eden yüzü mesela. Çoğu zaman yere doğru eğilmiş ama bazen de göğe dönmüş ve orada Rabbine yalvararak bakan yüzü. Yahut İsa’nın bedenini çarmıhtan indirip kucağına alırken beliren hüzünle daha da saflaşan yüzü.

Ressamların ya da heykeltıraşların defalarca, dönüp dönüp ziyaret ettikleri o yüzün uzunca bir süre sadece ‘masumiyet’ ile sınırlandırılması tuhaftı esasen. Çarmıhtan indirilmiş İsa’nın cansız bedenini kucağında taşıyan Meryem’in resmedilmesi, 1300’lerde Almanya’dan Avrupa’ya yayılan bir gelenekti. (2012’de Koreli yönetmen Kim Ki-duk, Pieta isminde nefis bir film yaptı ayrıca.)

En ünlüsünü Michelangelo’nun 1500’lerin başında yaptığı (diğer heykellerinin aksine, buna imzasını da koymuştur) bu ‘Pieta’ tarzı heykeller ya da resimler, bir annenin hüznünü yansıtması adına hayli başarılı örnekler. Hele ki o anne, yaklaşık otuz yıl önce aynı oğlunu, kundaktayken tutmuş ve kollarının arasında bir mucizeye, Nazareth’in insanlarına hem dünyaya gelişini haber vermek, hem de annesini ‘temize çıkarmak’ adına konuşmasına şahitlik etmişti.

2 yorum:

  1. yazınız aklıma Kristeva'nın bir yazısını getirdi, belki biliyorsunuzdur ama Wikipedia linki şu: https://en.wikipedia.org/wiki/Stabat_Mater_(Kristeva)
    Yazıyı internetten bulabilir misiniz bilmiyorum ama epey güzel (ve bence biraz zor) bir metin. sevgiler.

    YanıtlaSil