Ocak 01, 2017

Davos 1929: Cassirer, Heidegger’e karşı

Cassirer (soldaki), Heidegger'in gelişini görememiş o zaman.
1929’un Mart ayında, Fransa devleti ve Weimar Cumhuriyeti’nin katkılarıyla, bir grup akademisyen İsviçre’nin meşhur kayak ve konaklama merkezi Davos kasabasında, felsefe konuşmak için bir araya geldi. Davos Üniversite Konferansları serisinin (toplamda 4 kez düzenlendi) ikincisine (ilki bir önceki yıl, Albert Einstein’ın sunumuyla gerçekleşmişti) 50 profesör, 200’ün üzerinde üniversite öğrencisi ve Davos’ta yaşayan 950 kadar köylü katılmıştı. Daha sonraları “Davos Dispute” (Davos Tartışması) olarak anılacak oturumlara, dönemin önde gelen iki Alman filozofu Ernst Cassirer ve Martin Heidegger arasındaki tartışma damgasını vuracaktı.

Ekim 03, 2016

Muhteşem Bay Georges Méliés

Fransız sihirbaz, sinemacı Georges Méliés, kendi âleminde.
Star Wars’un yeni filmi ortalığı kasıp kavururken, “Acaba sinemadaki ilk bilimkurgu filmi kim çekmiş?” diye merak edip araştırınca tanıştım Bay Méliés’le. İlginç bir şekilde kendine çekti durdu beni. Oturup adam akıllı hikâyesini toparlama ihtiyacı hissettim. Belki birilerine ilham olur diye…

Eylül 06, 2016

Joseph Brodsky’den Vaclav Havel’e: ‘İnsan kötüdür’

Joseph Brodsky, hayatının geri kalanını ABD'de ünlü bir şair olarak geçirdi.
Çek Cumhuriyeti’nin o zamanki Cumhurbaşkanı Vaclav Havel’in 22 Nisan 1993’te George Washington Üniversitesi’nde yaptığı meşhur bir konuşma var: The Post-CommunistNightmare (Post-Komünist Kâbus). New York Review of Books’ta yayınlanan bu konuşmaya bir başka Sovyet ‘mağduru’ şair Joseph Brodsky ilginç bir cevapvermiştir, aynı mecmuada. Ardından Havel, kısa bir cevapla karşılık verir. Buyurunuz bu ilginç mektuplaşmanın etrafında dolaşalım biraz...

Temmuz 26, 2016

Meryem ve ‘pieta’

Roma'daki St. Peter Bazilika'sındaki Pieta.
Meryem (ra), karnı burnunda. O güne dek, bir erkeğin yüzüne bile uzun uzun bakmamış. Ailesinden kopup doğuda bir yere çekildiğinden (19/16, Meryem) beri herkes onu öyle tanımış, öyle bilmiş. Aralarında yaşadığı ve kendilerinden olduğu İsrailoğulları’nın bazı önde gelenleri onu pek sevmese de, Zekeriya’nın (as) koruması altında tapınakta geçiriyor hayatını. Zira annesi, İmran’ın karısı onu Allah’a (tapınağa) adamış (3/35, Âli İmran).

Sonra bir melek görünüyor ona...

Mart 27, 2016

Tiyatrocu İmam Hakkı Efendi

Ortaoyunu hakkında sıklıkla aynı şeyler tekrar ediliyor.
Geçenlerde okuduğum bir kitapta ilginç bir karaktere rastladım. Karakter dediğime bakmayın, gerçekten yaşamış birisi İmam Hakkı Efendi. Onu ilginç kılan imamlığın yanında ortaoyununa gönül vermiş olması. Kadirî tekkesinde Şeyhlik makamında da bulunan, soyu Sezayi Efendi'ye dayanan bu İmam, bir süre sonra her şeyi bırakıp ortaoyununa gönül veriyor. Bir de kantocuya gönül yakıyor ki, makamın yanında ailesini de bırakıp gidiyor. Maalesef hikâyesine dair çok az şey biliyoruz. 

Eylül 24, 2015

Faşizm nedir? (Ansiklopedik bir cevap)

Az sonra okuyacağınız uzun yazı, tarihçi ve siyaset bilimci Zeev Sternhell’in bir ansiklopedi maddesi olarak yazdığı faşizm tarifi. Çok sık kullanılan bir tabir olarak faşizmin tarihsel köklerini görmenin iyi olacağını düşündüm. İletişim Yayınları'ndan çıkan "Karşılaştırmalı Faşizm Çalışmaları" isimli derleme kitaptan yazıya geçirdim. Kitapta bu konuda gerçekten çok iyi çalışmalar yer alıyor. İyi okumalar...

Temmuz 26, 2015

Etgar Keret'ten bir öykü: "İyi Niyet"



Fotoğrafı şurdan aldım.

Posta kutumda dolgun bir zarf bekliyordu. Zarfı açıp parayı saydım. Tamamdı. Parayla birlikte kurbanın adının yazılı olduğu bir kağıt parçası, bir vesikalık fotoğraf ve kurbanı bulacağım yerin adı çıktı zarftan. Sövdüm. Nedenini bilmiyorum. Ben profesyonelim, bir profesyonele yakışmaz böyle şeyler, ama ağzımdan çıktı işte. Hayır, o adı okumama gerek yoktu, fotoğraftan tanımıştım zaten. Grace. Patrick Grace. Nobel Barış Ödülü sahibi. İyi bir adam. Hayatımda tanıdığım gerçekten iyi olan tek adam. İyilik söz konusu olduğunda dünyada kimse yanına bile yaklaşamazdı.

Şubat 16, 2015

Füsun'un (Masumiyet Müzesi) hayatı boyunca yaşadığı tacizler...


Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi romanının 14. bölümü, kitabın baş kadın karakteri Füsun’un bir “kadın” olarak “erkek” dünyasında yaşadığı tacizler, aşağılanmalar ve oyunlaştırmaları konu ediniyor. Elbette kitabın genel hikâyesi içinde de anlamlı olsun diye bazı bölümler bu konudan ayrı ele alınabilir ama edebiyatımızda “bir kadının hayatı boyunca uğradığı küçük, büyük tacizleri” hem de “İstanbul’un sokakları, köprüleri, yokuşları, meydanları” başlıklı bir “doğallıkta” anlatan fazla hikâye yoktur sanıyorum. Orhan Pamuk'un bir "erkek yazar" olarak, Füsun'un "öteki erkekler"le mücadelesine nasıl yaklaştığı, bu blog yazısının boyutlarını aşacağı için sadece bir değiniyle geçiştiriyorum.

“İyi” okumalar…

Ağustos 27, 2014

Modern edebiyat, Pamuk, Tanpınar ve ‘cemaat’



Baba-Oğul gibidirler halbuki...
Orhan Pamuk, 1994 yılının Eylül ayında, Ahmet Hamdi Tanpınar hakkında konuşmaya çağrılır. O konuşmanın başlığı şöyle: “Ahmet Hamdi Tanpınar ve Türk Modernizmi”. Edebiyatta “modern” olmanın belirli koşulları var elbette. Bunların başında bulunulan “cemaat”ten kaçmak geliyor. Toplumu, olabildiğince garipseyerek, içindeyken bile dışından incelemek de deniyor buna. Tabi bunu abartmadıkça: Rivayet odur ki, Dostoyevski çağdaşı Turgenyev’e bir teleskop gönderir ve “halkına bununla bakarsın” der. Pamuk’un edebiyat adına hayli örnek aldığı Tanpınar’ı bu konuşmadaki kadar eleştirdiğine hiç rastlamamıştım daha önce. Eleştiri noktalarından birisi de “cemaat” meselesi.

Temmuz 08, 2014

Mete Tunçay'ın trajikomik 'cinayet'i



Mete Tunçay ve kitapları...
Tarihçi Mete Tunçay, (1970-81 yılları arasında Ankara’da yayınlanan) Yeni Halkçı gazetesinin 20 Temmuz 1974 tarihli nüshasında ilginç bir yazı kaleme almış. “Yahuda İskariyot” başlıklı bu yazıda, Kemal Tahir hakkında geniş bir kitap yazan Dr. Hulusi Dosdoğru’nun kendisiyle ilgili iddialarını cevaplıyor. Cevaplamaya da şöyle başlıyor: “Kemal Tahirci düşünüş gibi önemli bir sorun (tehlikesinden ötürü önemli bir sorun) söz konusu olmasaydı, belki kişisel bir savunma yapmam gerekmezdi.” Ama ilginç olan, Kemal Tahir'in ölümünden Mete Tunçay'ın sorumlu tutulması...

Haziran 27, 2014

'An'ın masalı



Çizer arkadaşım, blog yazılarımdan birisine özgün bir illüstrasyon yapmak istedi. Normalde blog’un formatına uygun değil ama bir süre önce yazdığım kısa bir hikâyeyi önerdim. O da gayet güzel üç illüstrasyonla katkıda bulundu. Hikâyeyi yazarken pek tasarlamadığım şekilde, üç çizimle birlikte, metin üç parçaya ayrılmış oldu. Afiyet olsun...

Haziran 23, 2014

Neden bir kuramcımız yok?



“Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü (USTE), 1989’da Osmanlı ve Türk Tarihi alanında bir araştırma programı başlat[ır].” Bu sebeple oluşturulan maddî imkânların en iyi nasıl harcanması gerektiği düşünülürken, bir araştırma grubu kurulup iki defa toplantıya çağrılması ve ilkinde konular belirlenip, ikincisinde bildiriler sunulması kararlaştırılır. “Osmanlı’da sosyalist hareketler” ile ilgili ilk toplantı grubunu yönetmesi için Mete Tunçay çağrılır ve bu alanda çalışan pek çok tarihçinin katılımıyla “Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik (1876-1923)” isimli kitap çıkar ortaya. Tabi araştırmanın yöneticilerinden birisi de Erik Jan Zürcher’dir. Kitap tek kelimeyle harika; ama girişte Feroz Ahmad’in makalesi çok ama çok önemli bir konuya parmak basıyor...

Haziran 16, 2014

Paul Auster ve J.M. Coetzee spor oyunlarının doğası hakkında konuşurken



Çizim, The New Yorker'dan. Onlar da aynı derlemeyi yapmışlar. Bu postu yazdıktan sonra gördüm :( Neyse ki farklılıklar var arada...

Paul Auster ve J.M. Coetzee, birbirlerine “yayınlanacaklarını bildikleri” mektuplar yazmaya karar vermişler. 2008-2011 arasında faksla, e-mail’le ya da postayla iletilen bu metinler “Şimdi ve Burada” başlıklı bir kitapta toplanmış. (Kitaptan anladığım: Auster düz ama çalışkan bir adam, Coetzee yetenekli bir bilge, gerçek bir sanatçı). Hemen ilk başlarda spor oyunları hakkında konuşmaya başlıyorlar. Aşağıda, spor, oyun, rekabet ve kahramanlık üzerine güzel pasajlar var. Dünya Kupası seyrederken üzerinde düşünmeye değecek şeyler. Afiyet olsun.

Haziran 13, 2014

Haziran 12, 2014

Kim haklıydı: Orwell mi, Huxley mi?


Huxley'den Orwell'a: "Üzgünüm çocuk, ben haklıyım!"

George Orwell’in 1984 isimli romanı ile Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya (Brave New World) romanı sıklıkla karşılaştırılır. İkisi de geleceğe dair karamsar dünyalar (distopyalar) çizmişlerse de, Orwell ile Huxley arasında ciddi bir yaklaşım farkı var. İletişimci Neil Postman’ın “Gösteri Çağında Kamusal Söylem” kitabının önsözünde güzel bir kıyaslamaya rastladım. (Benden önce çok rastlayan olmuş elbette. 9gag’de konuyla ilgili harika bir karikatür bile var.)

Haziran 06, 2014

Gladyatörler neden yok oldu?


Aziz Telemachus, "durun!" derken.

Fransız tarihçi Paul Veyne’in “Tarih Nasıl Yazılır?” isimli kitabı yakın zamanda Türkçe’ye çevrildi. Fransız akademik kitaplarının ve romanlarının ortak noktası diyebileceğim bir şekilde, bol bol hikâye anlatıp akademik ya da edebî teorileri altüst etme eylemini, bu kitapta da görebiliyoruz. Veyne, aynı zamanda bir Roma tarihçisi olarak, Gladyatör dövüşlerinin sona ermesine dair hayli ilginç bir yaklaşım getirmiş bu kitapta. (Bu yaklaşımı, kitabı yazdıktan yaklaşık sekiz yıl sonra, Michel Foucault’nun tarih anlayışını “devrimci” ilan ettiğinde yazıp kitaba eklemiş.)

Haziran 02, 2014

Huzur’un kıyısından: Yaşar

Muzip de bir adamdı rahmetli...
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanında Yaşar isimli bir karakter var. Nuran’ın dayısı Tevfik Bey’in oğlu. Tanpınar bu baba oğulu şöyle tasvir ediyor: “Tevfik Bey büyük bir hüsnüniyetle işe başlayıp küçük zevk düşkünlüğünde çehresini tamamlayan Tanzimat’tı. (...) Yaşar Bey daha ziyade İkinci Meşrutiyet’ti, onun huzursuzlukları ile doluydu.” Yaşar, Avrupa’da gezip tozmuş, bir yığın ‘züppece’ maceraya atılmış, sonunda dönüp babasının konağında vakit öldüren bir mirasyediye dönüşmüş, Tanzimat romanında sıkça karşımıza çıkan bir tip. Tanpınar, bu tipe ufak bir derinlik ekliyor: Hastalık hastası...

Mayıs 31, 2014

‘Eylem’ ama nasıl?



Tanıl Bora'nın düşünür hâli
Tanıl Bora’nın 2010’da yayımladığı “Sol, Sinizm, Pragmatizm” isimli kitabı, içeriğinde Sol’a dair hayli önemli tespitler ve öneriler barındırmakla birlikte, bence siyasî bagajları olan, olmayan ama insanlık adına bir şeyler yapmak isteyen herkese hitap edecek hikâyeler içeriyor. Onlardan birisini kendi kelimelerinden aktarayım…

Mayıs 27, 2014

Cemil Meriç’in kederli körlük güncesi


Hep anlaşılamadığını düşündü Cemil Bey.
Cemil Meriç, 1954’te bir akşam, misafir oldukları evden ayrılırken, eşi Fevziye Hanım’ın koluna girer ve “Elektrikler mi kesik?” diye sorar. 38 yaşındayken, gözleri iflas etmiştir. Cerrahpaşa’da bazı operasyonlar geçirir ancak yeterli olmaz ve Paris’e, neredeyse Ortaçağ’dan beri kör hastalara bakan Quinze-Vingts Hastanesi’ne yatırılır. Meriç’in “Jurnal”inin ilk cildinde, “Quinze-Vingts Geceleri” başlıklı altı yazı var. Körlükle yeni tanışan, emelleri bol bir adamın hazin çığlıkları...

Mayıs 25, 2014

Umberto Eco’dan Berlusconi’ye karşı çağrı



Umberto Eco ve mikrofon.
İtalyan romancı ve filozof Umberto Eco, 2000’li yıllarda Silvio Berlusconi iktidarıyla ilgili bazı siyasi makaleler yazmış. Bunların bir kısmı, yakın zamanda Türkçe’ye çevrilen, “Yengeç Adımlarıyla: Sıcak Savaşlar ve Medyatik Popülizm” başlıklı bir kitapta toplandı. 2001’deki İtalyan genel seçimleriyle ilgili yazdığı iki makale hayli ilginç gelmişti. Eco gibi romancıların, siyaseti çocuksu bir sadelikle ayrıştırarak analiz etmesi nedense çok hoşuma gidiyor...