Mayıs 31, 2014

‘Eylem’ ama nasıl?



Tanıl Bora'nın düşünür hâli
Tanıl Bora’nın 2010’da yayımladığı “Sol, Sinizm, Pragmatizm” isimli kitabı, içeriğinde Sol’a dair hayli önemli tespitler ve öneriler barındırmakla birlikte, bence siyasî bagajları olan, olmayan ama insanlık adına bir şeyler yapmak isteyen herkese hitap edecek hikâyeler içeriyor. Onlardan birisini kendi kelimelerinden aktarayım…

Kitap, yazarın Birikim Dergisi’nde yazdığı makalelerin bir derlemesi aynı zamanda. “İki sinizm, iki pragmatizm ve ‘Eylem’i yeniden düşünmek” (2006) başlıklı makalenin, “Eylem” alt başlıklı kısmında, Bora, bugünkü Sol’un “eylem” pratiğini ve tahayyülünü eleştirerek başlıyor önce:

“Toplamda, sola hâkim olan tasavvurda eylem, süreçsel yapıp-etmeler dizisi olarak değil de anlık, ‘spektaküler’ bir edim olarak düşünülür. Muayyen günlerde icra edilen, törensel-gösterisel bir faaliyettir, çoğunlukla. Kuşkusuz boy ve ‘bayrak’ göstermek, meydan okumak simgesel olarak bile (bazen sırf namus belasına) önemlidir, kimi eşiklerde bilhassa önemlidir –fakat ‘eylem’in buna indirgenmesinin, aslına bakılırsa, ‘eylemsizleştirici’ olabileceğini görmek gerekir!”

Ardından, “Benzeri yaşanmış, işitilmiştir; örnekler arasından bir örnek sadece.” diyerek hikâyesine başlıyor:

“Yaklaşık iki sene önce, bir kitle örgütü, bir büyük şehrin yoksul mahallelerinden birinde, kadınlara yönelik bir okuma-yazma eğitimi düzenler. Didaktik olmayan yetişkin eğitimi modellerinden de esinlenilerek yürütülen projede kadınlar okuma-yazma öğrenmenin yanında özgüven kazanırlar, bir grup dinamiği geliştirirler. Bu arada, eğitim faaliyeti dışındaki zamanlarda da, önemli bir kısmı ‘solcu’ kimliğine sahip olmamasına rağmen, kitle örgütünün mekânına gelip gitmeye başlarlar. Derken, 1 Mayıs gelip çatar. ‘Yukarılardan’, ‘merkez’den, bu faaliyete katılan kadın grubunun da 1 Mayıs’a getirilmesi tamim edilir. Kadınlar yoklanır; muhtemelen 1 Mayıs ‘eylemlerinden’ bir miktar ürktükleri, belki de sadece ilgi duymadıkları, kendileriyle alakasını kuramadıkları için, çoğunluğunun gelmeme eğiliminde olduğu anlaşılır. Kitle örgütünün yöneticileri, bundan, aylardır yürütülen bu faaliyetin boşuna, yararsız olduğu sonucunu çıkarırlar.”

Haliyle, Tanıl Bora şu soruyu soruyor: “Bu vakada hangisi sahih anlamıyla eylemdir?” Ve şöyle devam ediyor: “Aşikâr ki, -TSK’nın ‘Denizkurdu’ vs. rutin tatbikatları misali!- rutin bir tatbikat olarak 1 Mayıs gösterisi, eylemin şâhikası sayılıyordur.” Diğer ‘uğraş’ ise:
“Bir grup ‘cahil’ kadının eve hapsolmaktan çıkmasını, okur-yazar hale gelip bir biçimde kamusal alana adım atmasını, öznelik kapasitesini geliştirmesini sağlayan, sürekliliği olan (süreçsel) ve tümüyle öngörülemeyecek yeni sosyallikler, yeni ilişkiler yaratmaya zemin hazırlayan bir faaliyet ise, eylemden sayılmıyor, olsa olsa gerçek eylemler için ‘bilinçlenmeyi’ sağlayacak araçsal bir uğraş olarak kabul ediliyordur.”
Ve nihayet, hastalığı teşhisle birlikte tedaviyi de öneriyor:
“İşte bu, tam tamına ‘kötü’ pragmatizmdir, faydacılıktır. ‘İyi’ pragmatizm, eylerken nihaî hedefi, neticeyi bir kenara bırakarak -doğrusu, eylemde içselleştirerek, ‘eriterek’- yürütülen faaliyetin bizzat kendisine değer ve anlam atfeder. Açık ki, solda, ‘iyi’ pragmatizme ihtiyaç var!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder