Mayıs 02, 2014

İdeoloji gibi görünmeyen ideoloji



Olayları olduğu gibi anlatmamak, muhtemelen bir ideolojik saptırmanın sonucudur. Bu, kadimden bu yana, “kasıtlı körlük” denebilecek bir biçimde, ya da “zihnin perdelenmesi” gibi daha “kasıtsız” bir surette olagelen “ideoloji” tanımlarına giriyor. Ancak bazen de, hiç beklemediğimiz bir biçimde, üzeri hayli örtük, kasıtlı olup olmadığı muğlâk bir tezahürü oluyor ideolojinin. Slavoj Zizek, bu tür ideolojilerin avcısı denebilir.


Türkçe’ye “İdeoloji Hayaleti” olarak çevrilen ve Türkçe yayımlanan birkaç kitabında mutlaka rastlayabileceğiniz (ben iki tanesinde rastladım mesela) “The Spectre ofIdeology” isimli makalesinde Renata Salecl’in The Spoils of Freedom isimli kitabından güzel bir hikâye aktarıyor. Aşağıda alıntıladığım pasaj, 1991’deki Körfez Savaşı ile Bosna’daki katliamlar arasında Batı medyasının tavrını ele alıyor ve burada “nesnellik” adı altında bir ideoloji olduğunu iddia ediyor:

“Medya, Irak’taki toplumsal, siyasi ya da dinî eğilim ve antagonizmalar hakkında bilgi vermek yerine, çatışmayı son kertede Kişileşmiş Kötülük ile, kendi kendini medenî uluslararası topluluktan dışlamış kanun kaçağı Saddam Hüseyin’le verilen bir kavgaya indirgemişti. Gerçek amaç, Irak’ın askerî kuvvetlerinin imhasından bile önce psikolojik bir şey olarak, “itibarını kaybedecek” olan Saddam’ın küçük düşürülmesi olarak sunuluyordu. Ancak Bosna savaşında, Sırp devlet başkanı Miloseviç de ara sıra şeytanlaştırılmış olmasına rağmen, hâkim tavır yarı-antropolojik bir gözlemci tavrıydı. Medya, bize çatışmanın etnik ve dinî arka planı hakkında ders vermek için birbiriyle yarışıyordu; yüzlerce yıllık travmalar yeniden sahneye konmaktaydı, öyle ki çatışmanın köklerini anlamak için sadece Yugoslavya’nın tarihini değil, ortaçağdan beri bütün Balkanlar’ın tarihini anlamak gerekiyordu… Dolayısıyla Bosna çatışmasında, taraf tutmak açıkça imkânsızdı, tek yapılabilecek şey, bizim medenî değerler sistemimize yabancı bu vahşi gösterinin arka planını sabırla kavramaya çalışmaktı… Ama bu ters yöndeki işlem, Saddam Hüseyin’in şeytanlaştırılmasından bile daha kurnazca bir ideolojik mistifikasyon içerir.”

Nesnelliğin, “olduğu gibi” aktarmaktan ziyade, ideolojik anlamlar taşıyabileceğini daha önce öne sürenlerden birisi de Karl Marx. Louis Bonaparte’ın On Sekiz Burmaire’i isimli kitabının ikinci baskısına yazdığı önsözde, Louis Bonaparte’ın (III. Napolyon) “hükümet darbesi” karşısında yazılan iki yazıyı ele alır. İlki, Victor Hugo’nun “Napoleonle petit” (Küçük Napolyon) isimli makalesi, ikincisi Proudhon’un “Coup d’Etat”sı (Darbe). Marx, Victor Hugo’nun üslubu için “nüktedan bir tahkir” ifadesini kullanırken, Proudhon’la ilgili şunları yazar:

“Proudhon ise hükümet darbesini ondan önceki tarihsel gelişmenin bir sonucu olarak tasvir etmeye çalışır. Ne var ki onun hükümet darbesi hakkındaki tarihsel yorumu, istemeden, bir darbe kahramanının tarihsel savunusuna dönüşür. Nesnel denen tarih yazıcılarının hatasına düşer böylece.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder