Mayıs 13, 2014

Google çağında roman okumak: “Sineklerin Tanrısı” deneyimi


Sineklerin Tanrısı'nı yazmazken...

Roman okurken arada durup Google’da bir şeylere bakma ihtiyacı hissediyor musunuz? Hatırladığınız bir kavram, benzer şeyleri daha önce de söylemiş birisi, bazı tarihî hadiseler, romanın yazıldığı yıllara ya da yazarın hayatına dair bazı bilgiler... sayfaların üzerinde açılıp duran yeni tab’lar... Sizce de farklı bir deneyim değil mi? William Golding’in, "ya 1953 ya da 54’te yazdım” dediği “Sineklerin Tanrısı” kitabını okurken, ilginç bir şekilde kendimi Google’lamaktan alamadım. Bazı bulgularımı paylaşayım.


Golding’in 1983’teki, hayli eğlenceli Nobel konuşmasını dinledim. Hemen herkesin “karamsar yazar” dediği Golding, eleştirmenlere bu zevki tattırdığı için mutlu olduğunu ama aslında kendisini “evrensel olarak karamsar, kozmik olarak iyimser” şeklinde tanımladığını söylüyor. “Evrensel”i, insanın bilimsel yöntemle edindiği bulguların toplamı, “kozmik”i ise insanın tamamını bilemediği o bütünlük (Tanrı da dâhil) haliyle ele alıyor.

Kitap, nükleer savaştan kurtulsunlar diye uçakla başka bir yere gönderilen bir grup çocuğun, kaza ile bir adaya düşmelerini ve burada hiç de “hoş olmayan” şeyler yapmalarını konu ediniyor. Golding, benzer şekilde bir adaya düşen ve sonunda “medeniyet” kuran başka çocukların hikâyesini anlatan Mercan Adası isimli sevimli kitapla dalga geçiyor aslında.

Kitabın sonunda çocukları kurtarmaya gelen donanma subayı, çocuklara bakıp şöyle der: “Biliyorum. Çok hoştu herhalde. Tıpkı Mercan Adası kitabı gibi.” (sf. 248)

İkinci Dünya Savaşı’nı yaşayan, hatta cephede yer alan pek çok yazar gibi Golding de, hayli karamsar bir toplum tasavvuruna sahip. İnsanlığı “korku”nun yönlendirdiğini savunuyor. Nitekim 1940’larda yazdığı Aydınlanma eleştirileri ile benzer şeyler söyleyen Theodor Adorno’ya yaklaşıyor. Paul Crawford, Hiroşima ve Holokost’un Golding’in edebiyatında hayli etkiliği olduğunu belirtmiş.

Adorno, “Aydınlanma” denilen “medeniyet inşa süreci”nin, “bilinmeyene olan korku”ya karşı bir savunma olarak geliştiği gibi ilginç bir iddia ortaya atıyor. “İnsan, bilinmeyen hiçbir şey kalmadığında kendisini özgür olarak hayal eder.” (Aydınlanma’nın Diyalektiği) William Golding de, adada “kalıcı düzen”in bu tarz bir korku ekseninde gelişmekte olduğunu gösteriyor.

Atina demokrasisi gibi aralarında toplantılar yaparak adada düzen kurmaya çalışan çocuklar, çok geçmeden, etraftaki domuzları öldürüp et yeme sevdasına kapılarak ve herkesin dedikodu olarak anlatıp durduğu “canavar” hikâyesine inanarak, vahşiliklerini keşfediyorlar. Ve böylece kabile düzenine geçiyorlar. İlk yöneticiler Ralph ve Domuzcuk, adadan kurtulmak için bir ateş yakmayı öncelerken, kabile düzeninin “reis”i Jack, domuzları öldürmeyi ve bir kale inşa ederek burada “savaş dansları” ile eğlenmeyi kurumsallaştırıyor. Sonuç? Et yemek ve vahşi danslar yapmak, yani “şölen”, neredeyse bütün çocuklara daha “tatlı” geliyor. Elbette burada soru şu: Avlanma mecburiyeti olmasa ve “canavar” korkusu etrafı sarmasa, bu çocuklar yine bu kadar kötü işler yaparlar mıydı?

“Hangisi daha iyi? Kurallar yapıp anlaşmak mı, yoksa ava çıkıp öldürmek mi?” (sf. 221)

Gelgelelim, Simon isimli çok ilginç bir karakter var. Eflatun’un mağarasında olduğu gibi, Simon dışarıdan gelen ışığı görebilenlerden. Zaten, “Sineklerin Tanrısı” (Beelzebub) sadece Simon’la konuşuyor. Sara hastası olması da, mistik karakterini tamamlıyor. Kitabın sonunda Mina Urgan’ın yazdığı “sonsöz”de, şöyle de bir anekdot paylaşılmış zaten: “Golding, kitabını bir gazeteciyle tartıştığı sırada, Simon’un ‘İsa’yı andıran bir kişiliği’ olduğunu, sezgileriyle gerçeği görebildiğini söylemiştir.”

Sinema uyarlamalarından birinde görülen Sineklerin Tanrısı
“Sineklerin Tanrısı [Simon’la konuşurken] bir balon gibi şişiyordu. ‘Gülünç bir şey bu. Oraya gitsen de gene ancak benimle karşılaşacağını pekâlâ biliyorsun... Onun için kaçmaya kalkma!’” (sf. 175)

William Golding, kısa bir radyo tanıtımında, “adada neden hiç kız yok?” sorusuna da kendince cevap vermiş. Eğer adada kızlar da olsaydı, cinselliğin gündeme geleceğini ve anlatmak istediği hikâyede bu duyguya yer vermek istemediğini söylüyor. Bir de, kadın erkek eşitliğine inanmadığını, kadınların erkeklerden daha üstün varlıklar olduğunu... Bir de Golding, kitabı yazdıktan 20 yıl sonra tekrar okuyunca, pek beğenmemiş.

1 yorum:

  1. Elinize sağlık.

    http://kanvekuller.blogspot.com.tr/2015/03/dusus-mahkumlarla-deney-yuzuklerin.html

    YanıtlaSil