Mayıs 25, 2014

Umberto Eco’dan Berlusconi’ye karşı çağrı



Umberto Eco ve mikrofon.
İtalyan romancı ve filozof Umberto Eco, 2000’li yıllarda Silvio Berlusconi iktidarıyla ilgili bazı siyasi makaleler yazmış. Bunların bir kısmı, yakın zamanda Türkçe’ye çevrilen, “Yengeç Adımlarıyla: Sıcak Savaşlar ve Medyatik Popülizm” başlıklı bir kitapta toplandı. 2001’deki İtalyan genel seçimleriyle ilgili yazdığı iki makale hayli ilginç gelmişti. Eco gibi romancıların, siyaseti çocuksu bir sadelikle ayrıştırarak analiz etmesi nedense çok hoşuma gidiyor...

Mayıs 2001’de La Repubblica’da yayımlanan “Çanlar kimin için çalıyor? 2001’de bir ahlak referandumuna çağrı” başlıklı makalesi, İtalya’da sağ partilerin bir araya gelerek oluşturduğu koalisyonu analiz ediyor. Şöyle başlıyor Umberto Eco makalesine:

“Bir sabah uyanıp, Il Corriere della Sera, La Repubblica, La Stampa, Il Messaggero, Il Giornale gibi başlıca günlük gazetelerin, Unita ve Manifesto gibi belirli hedef kitlesi olan tüm ulusal yayın organlarının, ayrıca Espresso’dan Novella 2000’e kadar tüm haftalık ve aylık dergilerin sahibinin aynı kişi olduğunu ve kaçınılmaz olarak onun düşüncelerini yansıttığını öğrenmek kimsenin hoşuna gitmez. Kendimizi daha az özgür hissederiz. Bu, Polo delle Liberta [1994'tekinin ismi buydu ama 2001'de Casa delle Liberta kurulmuştu aslında; ya çeviride, ya da Eco'da hata var] adı altında birleşen orta sağ koalisyonun seçimlerde elde edeceği bir zaferle gerçekleşebilir.”
Böyle bir durumun, siyasî baskı altında bir medya yaratacağını ve burada bir “de facto rejim” ortaya çıkacağını savunuyor ardından.
De facto rejim, Berlusconi kesinlikle dürüst, inanılmaz zenginliğe kusursuz bir biçimde ulaşmış, kendi çıkarlarını gözetmeksizin yalnızca ülkesine hizmet etme arzusu ile çalışan samimi bir insan bile olsa, tek başına ortaya çıkan bir olaydır. (...) De facto bir rejimin ortaya çıkması (...) hiçbir demokrasi diyalektiğinin parçası olamaz.”

Bununla birlikte Eco, bu sağ koalisyona oy veren seçmenleri ikiye ayırıyor: (1) Gerekçesi Olan Seçmenler ve (2) Büyülenmiş Seçmen. İlk grubu, Polo’ya gerçekten inananlar oluşturuyor. Bunlar, dışa kapalılığı, zenginlerin çıkarına vergi düzenlemelerini savunan ve yargıyla başı dertte olanların grubu aynı zamanda. İkinci grupsa, “onlarca yıldır, yalnızca Berlusconi’ye ait televizyon kanallarını değil, başka kanalları da izleyerek edindikleri ‘kültüre’ dayanan bir değer sistemine sahiptirler. Bu kişiler için maddiyat ve yaşamın düşsel yanı önemlidir.”

Umberto Eco, gelecek satırlarda Büyülenmiş Seçmen grubunu aşağılamaya başlar:

“Gidip de bu seçmenlere Berlusconi’nin savcıları susturmak istediğini söylemek faydasızdır; çünkü adalet, özel iş hayatını tehdit ve ihlal eden bir kavram olarak görülmektedir. Bu seçmenler, zengin bir başbakanın hırsızlık yapmayacağına yürekten inanırlar; çünkü yolsuzluk rakamını, astronomik miktarlar olarak değil, birkaç milyon olarak düşünürler. (...) Bu seçmen tipi, toplumumuz tarafından, yıllarca sadece başarıya ve kolay kazanılan zenginliğe gösterilen dikkatle yaratılmıştır. (...) Seçimleri Polo’nun kazanmasını bu Büyülenmiş Seçmen grubu sağlayacaktır. İtalya, bu grubun istediği bir İtalya olacaktır.”

Akabinde, “kitap ve gazete okuyan” ve “ahlaksal sorumluluğu olan” diğer seçmenlere seslenir:

De facto bir rejimin kurulmasına karşı, gösteri ideolojisine karşı, ülkemizde enformasyon çoğulluğunu korumak için, önümüzdeki seçimleri kimsenin göz ardı etmemesi gereken Ahlaksal bir Referandum olarak kabul edelim. (...) Çünkü ‘hiçbir insan ada değildir... Sorma çanlar kimin için çalıyor diye, senin için çalıyor onlar.’”

Eco, Berlusconi için, "herkesten daha fazla komünist" diyor.
Umberto Eco’nun diğer makalesi, Nisan 2001’de, yine La Repubblica’da yayımlanmış. “2001 seçim kampanyası ve eski komünist teknikleri” adlı makalede, Berlusconi ve ekibinin 68 kuşağı komünistleri ile çok benzer bir seçim kampanyası stratejisi uyguladığını savunuyor ironik bir dille. Elbette bu aynı zamanda 90’lı yılların “reklamcı” stratejisidir. Haliyle:

“Mizahçıların ve siyasetçilerin ‘işçi başbakan’ (Berlusconi bir keresinde kendini böyle tanımlamıştı) ya da ‘her vatandaşa onurlu emekli maaşı’ vaadi üzerine alaylı açıklamalar yapmaları tamamen yararsızdır: Slogan inandırmak için değil, akıllarda kalması için vardır.”

Burada izlenen stratejiyi üç aşamada ele alıyor. İlki, “yönetici kadrosunun kültürel programının karmaşıklığından bağımsız olarak, dışarıya etkili, anlaşılabilir ve her fırsatta yinelenen sloganlar”. Komünist sloganlarda Amerika ve NATO olan yerlere Berlusconi, “komünizm ve onun aptal uşaklarını” koyuyor. Kendi faaliyetlerini soruşturan hâkimleri de “kızıl” olarak niteliyor. İkinci olarak, “akılda kalıcı sloganların kullanımı” geliyor. Üçüncü olarak da, komünistler tıpkı Berlusconi gibi “ortak değerleri tekellerine alıp kendilerine aitmiş gibi gösterme konusunda büyük bir beceriye sahiptiler”.

Medyayla ilişki konusunda ise, sağcı koalisyon şöyle yapıyor:

“Nitekim tipik Berlusconi taktiklerinden biri de kendine ait kitle iletişim araçlarını kullanarak, medyayı kendisine haksızlık yapmakla suçlamaktır.”

Umberto Eco, Polo koalisyonu ile 1968’in pek çok ortak özelliği olduğunu söylerken şunları da ekliyor:

“1968 taktiklerinden biri de rakibin, kim olursa olsun hiçbir önerisini kabul etmemek, onu kötü göstermek, diyalog ve siyasi tartışmayı reddetmekti (örneğin, iktidarın uşağı olduğu düşünülen hiçbir gazetecinin söyleşi teklifini kabul etmemek). (...) Yapılacak tek şey kompleksli bir kentsoylu sınıfın sinirlerini zayıflatmak, tartışılmaz bir zafere doğru gidildiğini sürekli anımsatmak[tı].”

Burada taktiklerin neden işe yaradığına ve “başarılı” olduğuna dair tespit de şöyle:

“Polo, klasik Maksizm tarafından tasarlanan kitlelerin sosyal çöküntüsünden sonra, artık sınıflara değil, ortak kitle iletişim değerleri evrenine ait olmalarıyla tanımlanan ve ideolojik değil, popülist çağrılara duyarlı olan yeni kitleleri belirlemeyi başarmıştır.”

Son olarak Umberto Eco, Berlusconi koalisyonuna karşı sol siyasete şunu öneriyor:

“Bugün solun en büyük yanlışlarından biri, belki de yenilikçi olmak isteyen bir partinin gerçek seçmeninin halk kitlelerinden değil, toplumda sivrilen sınıflardan ve hizmet sektöründeki profesyonellerden (sayıları az değildir) oluştuğu düşüncesini tamamen kabul etmemiş olmaktır. Sol kanat liderleri efsanevi işçi sınıfına değil, bu insanlara seslenmelidirler.”

2001 seçimlerinde ne mi oldu? Berlusconi’nin koalisyonu, milletvekilleri seçiminde yüzde 45’le 282 sandalye kazanırken, Senato’da, yüzde 42 ile 176 sandalye aldı. Bu koalisyon, 2011’e kadar küçük değişikliklerle devam etti ve İtalya’nın yaşadığı ekonomik kriz sonrası, Berlusconi istifa etmek durumunda kaldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder