Haziran 27, 2014

'An'ın masalı



Çizer arkadaşım, blog yazılarımdan birisine özgün bir illüstrasyon yapmak istedi. Normalde blog’un formatına uygun değil ama bir süre önce yazdığım kısa bir hikâyeyi önerdim. O da gayet güzel üç illüstrasyonla katkıda bulundu. Hikâyeyi yazarken pek tasarlamadığım şekilde, üç çizimle birlikte, metin üç parçaya ayrılmış oldu. Afiyet olsun...



‘An’ın masalı

"Kadın, kadın! Nedir senin adın?"
Karanlık çağlardan birinde, sezgileri hayli kuvvetli bir kadın, orta Afrika'nın ormanlarında belki de insanlığın ilk tapınaklarından birini bulmuştu. İçinde "Asla açmayın" yazan bir tabelayla birlikte, tahtalarla örtülmüş bir şey vardı. Kadın, yazıdaki dili bilmediği için olsa gerek, tahtaları bir bir sökmeye başladı. Bu ağaçtan örtüyü kaldırdıkça, kıyafetlerinin üzerinden sıyrılmaya başladığını şaşkınlıkla seyretti. Nihayet arkasındaki tuhaf makinayla karşılaştığında çırılçıplaktı. Korkudan dili tutulmuştu ama sezgilerini esir alan merak duygusuna yenildi ve makinayı çalıştırmaya yeltendi. İçindeki çarklar ağır ağır dönmeye başladığında, gözlerini kör eden bir ışık kaynağı da harekete geçti. Kör ve çıplak kadın, el yordamıyla makinanın etrafında bir kapatma kolu arıyordu. Nihayet doğru hamleyi yaparak çarkların devinimini durdurmuştu ama yeterince vakit de geçmişti. Kör kadın, bir anda yaşlanmış, içindeki bütün hayat enerjisi çekilmiş, inancı sönmüştü. Artık ormandan dışarı çıkabileceğini düşünmediğinden, oracıkta yığılıp kaldı. Yorgunluk onu pürüzsüz bir uykunun kollarına bıraktı. Rüyasında tahtı olmayan bir kralın sarayındaki ziyafette buldu kendini. Konuklar aralarında tahtı olmayan bir kralın böyle şenlikler düzenlemek dışında bir iradesi olmayacağını, zaten ülke halkının da, hemen her şeyi yiyip bitiren bir kavganın ortasında kaldığını, eğer bir taht bulamazlarsa, dünyanın her yerine yayılmış bu krallığın bütün insanlarla birlikte yok olacağını konuşuyorlardı. Kadın, biraz da kederle anlatmaya başladı. "Karanlık çağlardan birinde," dedi yüksek sesle, "sezgileri hayli kuvvetli bir kadın, orta Afrika'nın ormanlarında belki de insanlığın ilk tapınaklarından birini bulmuştu." Sofranın sakinleri, kasıklarını tuta tuta gülmeye, kahkahalarıyla, tarihte bilinmeyen en geniş kubbeli sarayı inletmeye başladılar. Kadın, ısrarla sürdürdü: "İçinde 'Asla açmayın' yazan bir tabelayla birlikte, tahtalarla örtülmüş bir şey vardı." Kral yüzünü ekşiterek lafa girdi. "O şey," diye sordu kadına, "neydi?" Bu şölene ilk kez katılan din adamları utançlarından kalkıp gittiler. Askerler, umursamazca tavırlar takınarak ve dinlemekten sıkıldıkları bir hikâyeyi yeniden duyduklarını ima ederek ayrıldılar. Kralın soytarı tayfası, masaların üzerine çıkarak hep bir ağızdan bağırmaya başladılar: "Kadın, kadın! Nedir senin adın?" Kral, tarih boyunca sorulmuş en anlamlı soruyu az evvel ağzından kaçırdığını düşündü. Ayağa kalktı ve gürledi: "Muhafızlar! Atın bu kadını zindana!" 

"Hepsi de uykudaydı."
Kör ve yaşlı kadın orta Afrika ormanlarının ortasındaki esrarlı tapınakta uyandı tekrar. Rüyasında kendini zindana kadar sürükleyen muhafızların bıraktığı bir tas çorbayı aceleyle midesine indirdi. Elleriyle etrafı yokladığında küflü kuru ekmek parçaları buldu. Bir daha yemek bulamayacağını düşünerek onları etekliğinin ceplerine sakladı. Zorlanarak ayağa kalktı ve makinanın orasını burasını kurcalamaya başladı. Bir süre uğraştıktan sonra esrarın tamamını çözebilmek için yine rüyaya yatması gerektiğini düşündü. Duvarları sürekli daralan bir labirent hayal etti uykuya dalmadan önce. Düşünde, ağaçların birbirine kur yaptığı, bu esnada birbirini tavlayabilenlerinin kökleriyle birlikte hareket edebildiği ve ağaçların sürekli sıklaştığı bir ormandaydı. Ülkenin en bilinen hırsız çetesinin üyeleri, ağaçların arkasına saklanmışlardı. Hepsi de uykudaydı. Gece boyunca onların rüyalarında dolaştı ama aradığı anlamı bir türlü bulamadı. Sert ve serin bir yağmurun üzerine üzerine yağdığını fark ederek, dehşet içinde uyandı. Sırılsıklam olmuştu. Görebilseydi, tapınağın tavanının yerinde olmadığını, kara bulutların arkasından cılız bir güneşin belirmeye başladığını bilecekti. Korku içinde makinanın çarkları arasına sığındı. Nem ve küf kokuları arasında, bu esrarlı aleti çalıştırdı. Dişliler, etlerini kemiklerinden ayırırken gıkını bile çıkarmadı. Kralın muhafızları zindana geldiğinde, her yer kan ve yağmurla ıslanmıştı. İçlerinden biri, matarasını bu acayip karışımla doldurdu. Gece evine ve ailesine vardığında, kör ve yaşlı bir kadının karısına hikâyeler anlattığını gördü. "Karanlık çağlardan birinde,", diyordu kadın, "sezgileri hayli kuvvetli bir kadın, orta Afrika'nın ormanlarında belki de insanlığın ilk tapınaklarından birini bulmuştu." Soytarıların ziyafet sofrasının üstüne çıkıp söyledikleri tekerleme geldi diline: "Kadın kadın! Nedir senin adın?" Çocukları, ikisi kız biri erkek, hep bir ağızdan babalarının söylediklerini tekrar etmeye başladılar. Hayalet, evin hanımının ağzından içeri girerek kayboldu. Muhafız, matarasının içindeki sıvıyı şömine ateşinin üzerine döktü. Az evvel parıl parıl yanan odunlar, aniden söndü ve evin ortasında kocaman bir çınar ağacı hızla büyümeye başladı. Ürperti içinde evin erkeğine sarılan anne ve çocuklar, bu ağacın gölgesi tarafından esir edilecekti. Durumu krala haber vermek için saraya doğru koşarak giden muhafız, ormanın ortasında kayboldu ve taştan yapılma bir tapınağın kapısına geldiğini, iyice yorulduğu bir esnada, anladı. İçeri girdiğinde, "Asla açmayın" yazılı levhayı okudu. Makinanın etrafındaki tahtaları kuvvetli bir iştahla söküp çıkardı. Karşısında gördüğü esrarlı aleti çalıştırdı. Çarklar ağır ağır dönmeye başlarken makinanın ortasında gözleri kör eden bir ışık hüzmesinin belirdiğini ve tam o anda çırılçıplak olduğunu eşzamanlı olarak fark etti. O haliyle tapınaktan çıktı ve ormanın sonuna varmak maksadıyla koşmaya başladı. Eski ve yeni ağaçların birbirlerine yakınlaşmakta olduğunu, bunun duvarları daralan bir labirente benzediğini, eğer daha hızlı koşmazsa bu sıklaşıp duran ormanın bir noktaya dönüşeceğini ve kendisinin de öylece ezilip yok olacağını hissetti. Durdu. O durunca ağaçlar da durdu. Sonra gökyüzünde hızla yer değiştiren bulutlar da durdu. Eğer bilebilseydi, zamanın da durduğunu fısıldayacaktı kader ona. Yorgunluktan ve hayretinden düşüp bayıldı muhafız. Rüyasında, kırk yıldır hükmettiği halde ilk kez tahta çıkan bir kralın en sadık askeri olduğunu gördü. Gri sakalını yavaşça sıvazlayan kral, bütün haşmetiyle ülkesine iktidar ediyor gibiydi. Vezirleri ve onların yardımcıları aralarında ülkedeki dirlik ve düzeni öven konuşmalar yapıyorlardı. O sırada kör ve yaşlı bir kadın, dilenci gibi içeri girecekti. Muhafız hemen davranarak kadını kraldan uzakta bir yerde durdurdu. Ne istediğini sordu. Kadın, kralı işaret ederek, ona anlatmak istediği bir hikâyesi olduğunu söyledi. Muhafızla gözgöze gelen kral, elini öne doğru uzatıp açarak kadının yaklaşmasını emretti. Kör kadın, biraz da sendeleyerek yanaştı ve anlatmaya başladı: "Karanlık çağlardan birinde, sezgileri hayli kuvvetli bir kadın, orta Afrika'nın ormanlarında belki de insanlığın ilk tapınaklarından birini bulmuştu." Vezirler ve yardımcıları aniden taş kesildiler. "İçinde," dedi kadın, "'Asla açmayın' yazan bir tabelayla birlikte, tahtalarla örtülmüş bir şey vardı." Muhafız müdahale etmesi gerektiğini düşündü ama o esnada kral merakla sordu: "O şey, neydi?" Sarayın duvarları daralmaya, vezirler ve yardımcılarının heykele dönüşen bedenlerini kırarak ilerlemeye başladı. Seneler sonra yapılabilen taht parçalandı. 

"Neydi, o şey?"
Kral, korkusuna yenik düşerek bulabildiği ilk aralıktan kaçmayı başardı ve ormana doğru yöneldi. Bir an arkasına baktığında, sarayının küçücük bir sandığa dönüştüğünü görecekti. Nihayet ormanın ortasına vardığında iyice yorulmuştu ama aynı zamanda taştan yapılma bir tapınağın kapısını da görmüştü. Dikkatle baktığında tavanının yıkılmış olduğunu fark etti. İçeride "Asla açmayın" yazılı bir levhayla birlikte, tahtayla örtülmüş bir alet olduğunu anladı. Tacı dışında üstünde hiçbir şey kalmayıncaya kadar açtı bu ahşap örtüyü. Makinanın çarklarını harekete geçirecek kolu kıvışlattı. Ağır ağır dönen çarkların içinden gözleri kör edecek bir ışık huzmesi belirdi. Kral, bakışını tam da oraya sabitledi ve tacını çalışıp duran makinanın içine attı. Dişliler, saf altından yapılma bu görkemli tacı öğütürlerken kral, bembeyaz saçı ve sakalıyla bir pir-i faniye dönüşmüştü. Biraz sonra birkaç muhafızla birlikte kör ve yaşlı bir kadın geldi. Kadının önüne bir tas çorba koyan muhafızlardan biri, kendi kralı olduğunu bilmediği kralın da orada olduğunu gördü. Arkadaşlarının gitmesini bekledikten sonra kendisini de bu esrarlı zindanın içine hapsetti. "Kadın kadın! Neydi senin adın!" diye söylenmeye başladı. Kral, titreyen işaret parmağını makinaya doğru uzatarak, "O şey, neydi?" diye sordu. Kör ve yaşlı kadın, "Karanlık çağlardan birinde," dedi, "sezgileri hayli kuvvetli bir kadın, orta Afrika'nın ormanlarında belki de insanlığın ilk tapınaklarından birini bulmuştu." Fırtına ve yağmur bir anda boşandı gökten. Tapınağın ve zindanın duvarları gerçekte ve rüyada daralmaya başlamıştı. Makina, kendiliğinden harekete geçti. Taşlar birbirine kavuşurken, çarkların ortasındaki ışık hüzmesi giderek büyüyordu. Ağır ve yapışkan bir uyku, kralı, kör ve yaşlı kadını, ve muhafızı kıskıvrak yakaladı. Üçü birden aynı rüyanın içine düştüklerinde, bedenleri, küçücük bir kuyuya dönüşen taş yapının içindeydi artık. Rüyada, tahtına oturmuş kör ve yaşlı bir kadının anlattığı hikâyeyi dinliyordu kral. Muhafız, hikâyenin sonunu merak ettiğinden müdahale edemiyordu. Nihayet kadın, son kelimelerini ağzından çıkaracaktı. "O şey," dedi önemsiz bir ayrıntıyı açıklar gibi, "zamanın çarkına sıkışmış bir andı."

1 yorum: