Haziran 16, 2014

Paul Auster ve J.M. Coetzee spor oyunlarının doğası hakkında konuşurken



Çizim, The New Yorker'dan. Onlar da aynı derlemeyi yapmışlar. Bu postu yazdıktan sonra gördüm :( Neyse ki farklılıklar var arada...

Paul Auster ve J.M. Coetzee, birbirlerine “yayınlanacaklarını bildikleri” mektuplar yazmaya karar vermişler. 2008-2011 arasında faksla, e-mail’le ya da postayla iletilen bu metinler “Şimdi ve Burada” başlıklı bir kitapta toplanmış. (Kitaptan anladığım: Auster düz ama çalışkan bir adam, Coetzee yetenekli bir bilge, gerçek bir sanatçı). Hemen ilk başlarda spor oyunları hakkında konuşmaya başlıyorlar. Aşağıda, spor, oyun, rekabet ve kahramanlık üzerine güzel pasajlar var. Dünya Kupası seyrederken üzerinde düşünmeye değecek şeyler. Afiyet olsun.

30 Aralık 2008 / J.M. Coetzee:
“Kriket yüzyıllardır oynanıyor. Bütün oyunlarda olduğu gibi, krikette de sadece belirli sayıda hamle yapılabiliyor, belirli sayıda farklı yolla sonuç alınıyor. 28 Aralık 2008 Pazar günü Melbourne’da yapılan karşılaşma, büyük olasılıkla bir başka gün, bir başka yerde yapılan maçın tıpatıp aynısı olabilir. (...) Oysa iyi bir kitap için söyleyebileceğin şeylerden biri de, daha önce hiç yazılmamış olmasıdır. Öyleyse televizyon ekranının karşısına çöküp gençlerin oyununu seyrederek ne diye zamanımı boşa harcayayım? (...) Yeni bir şey öğrenmiyorum. Sonuçta elime hiçbir şey geçmiyor. (...) Spor tıpkı günaha benziyor. İnsan günahı onaylamaz, ama etinin zaafı yüzünden günaha girer.”
10 Ocak 2009 / Paul Auster:
“Günahtan söz ediyorsun (şaka yollu), ama belki de bunu tanımlayacak gerçek terim, suçlulukla karışık haz ya da sadece haz olmalı. (...) Hiç kuşkusuz spor karşılaşmalarının güçlü bir öykü kurgusu var. Sonucu öğrenebilmek için karşılaşmanın aşamalarını, dönüm noktalarını izliyoruz. Tabii bu, kitap okumaya benzemiyor; en azından senin ve benim yazmaya çalıştığımız türden kitaplara benzemiyor. (...) Aslında hep aynı olan, aynı hikâyenin sonsuz defa tekrarlanan, binlerce ustalıklı çeşitlemesini içeren, böyle olduğu halde halkın hiç doymayan bir ilgi gösterdiği romanları düşün. Her birini sanki bir ritüeli yineler gibi nasıl okuduklarını düşün. (...) Ama en sevdiğin Beethoven piyano konçertosunu dinlemek için bir konsere gittiğinde de aynı şey olmuyor mu? Parçayı ezbere biliyorsun, ama bu konserdeki piyanistin nasıl yorumlayacağını duymak istiyorsun. Sıradan piyanistler ve sıradan sporcular vardır, ama sonra soluğunu kesen biri çıkıverir ortaya. (...) Yeni olanın verdiği bir haz vardır, ama bilinenin verdiği bir haz da vardır. (...) Yine de, insan bütün bir günü televizyonun karşısında, gençlerin bedenlerini birbirine çarpmasını izleyerek geçirince kendini biraz aptal hisseder.”
26 Ocak 2009 / J.M. Coetzee:
“Spora estetik bir olay ve spor karşılaşmalarını seyretmeye de daha çok estetik bir haz olarak bakıyor gibisin. Bir takım nedenlerden ötürü, bu yaklaşımı kuşkuyla karşılıyorum. (...) Estetik yaklaşımın göz ardı ettiği şey, kahramanlar görme ihtiyacı, onu da spor karşılıyor. Bu ihtiyaç, fantezi dünyaları yeni gelişmeye başlayan erkek çocuklarda doruk noktasındadır; yetişkinlerin spor merakını tetikleyen şeyin yeniyetmelikteki bu fantezilerin kalıntısı olduğunu sanıyorum. (...) Duygularımı irdeleyecek ve ömrümün bu alacakaranlığında neden hâlâ -bazen- televizyon karşısında kriket maçı seyrederek saatler geçirdiğimi sorgulayacak olursam, ne kadar saçma, ne kadar özlem gibi görünse de kahramanlık anlarını, soyluluk anlarını yakalamak istediğimi söylemeliyim. Bir başka deyişle, benim ilgimin temeli estetikten çok etik.
2 Şubat 2009 / Paul Auster:
“ ‘Kahramanca’ sözcüğünü kullanman çok yerinde ve bilinçli yaşamın şafağında kaçınılmaz olarak başlayan bu saplantının doğasını anlamak için de hiç kuşkusuz gerekli. Ama çocukluk dönemiyle ilgili olarak kahramanlıktan söz etmek ne anlama geliyor? Bunun erkek çocuklar için erkeklikle, cinsel kimlikle, kendini bir kadın değil, bir erkek olmaya hazırlamakla bağlantılı olduğunu düşünüyorum. (...) Amerikalı bir çocuk olarak 1950’lerin başlarında erkeklik yaşamıma kovboyları taklit ederken başladım. (...) Ama sonra, -tam olarak ne zaman olduğunu anımsamıyorum, fakat kesinlikle dört-beş yaşlarındayken- yeni bir şeye tutuldum, yeni bir simgeler grubuna, erkekliğimi iddia edebileceğim yeni bir âleme takıldım: (Amerika’daki oynayış biçimiyle) futbol. Hiç futbol oynamamıştım, kurallarını doğru dürüst bilmiyordum, ama bir noktada, bir şekilde (gazetelerdeki resimlerden mi? TV’de yayınlanan maçlardan mı?) futbolcuların modern uygarlığın kahramanları olduğu fikri kafama yerleşti. (...) Futbol oynamaktan çok, futbol oyuncusu gibi giyinmek, futbol formasına sahip olmak istiyordum. (...) Spor taraftarlarındaki -hepsinde olmasa da çoğundaki- manyakça tutkunun ruhun çok derinlerinde bir yerden kaynaklanmış olması gerek. Bu tutkuda, vakit geçirerek oyalanmak ya da eğlenmek isteğinden daha köklü bir şey var.”
15 Mart 2009 / J.M. Coetzee:
“Maç (tenis) seyrederken aklımda iki düşünce birbirini kovalıyormuş gibi geliyor: (1) Yeniyetmeliğimde elimi başka bir şey için kullanmak yerine backhand  çalışarak geçirseydim, ben de [Roger Federer gibi] atışlar yapabilir ve şaşkınlıktan bütün dünyanın nefesini kesebilirdim. Sonra: (2) Yeniyetmeliğimi backhand çalışarak geçirseydim bile maçın stresi içinde istesem de o atışı gerçekleştiremeyebilirdim. Bu yüzden: (3) Şu anda hem insani, hem insanüstü bir şey izledim; insan idealinin somutlaşmış bir örneğini seyrettim. (...) İnsan önce Federer’e özeniyor, sonra ona hayran oluyor, sonunda da gıpta ya da hayranlığın yerini insanoğlunun -tıpkı kendisi gibi- bir insanın neler yapabileceğini görmekten kaynaklanan coşku alıyor. Bu, nasıl ortaya çıktıkları konusunda bilgi edinecek kadar (düşünerek, inceleyerek, analiz ederek) zaman harcadığım sanat başyapıtlarına verdiğim tepkiye çok benziyor; o başyapıtın nasıl yapıldığını ama kendimin onu hiçbir zaman yapamayacağımı, bunun beni aştığını biliyorum; ama bu benim gibi bir erkek (bazen de bir kadın) tarafından yapıldığı için, o erkeğin (ara sıra da o kadının) türünden olmanın ne kadar onur verici bir şey olduğunu düşünüyorum. İşte o noktada artık etik olanla estetik olan arasında ayrım yapamıyorum.”
16 Mart 2009 / Paul Auster:
“İstersen spor bahsini kapatabiliriz, gerçi ben spor konusunun ikinci bölümünü (başkalarını seyretmek yerine spor karşılaşmalarına bizzat katılmak konusunu) uzun uzadıya ele almayı planlıyordum: rekabetten alınan zevk, dikkatinin zaman zaman kendi bilincinin sınırlarını aşacak biçimdeki o müthiş yoğunlaşması, bir takıma ait olma kavramı, başarısızlığın üstesinden gelme zorunluluğu ve daha pek çok tema.”
6 Nisan 2009 / J.M. Coetzee:
“Fazlasıyla savaşa benzemeye çalışan, sadece kazanmanın önemli olduğu, kazanmanın ölüm kalım sorunu haline geldiği sporları -tıpkı savaş gibi zarafetten, erdemden, saygınlıktan yoksun sporları sevmiyorum. Aklımın bir köşesinde Japonya’nın ideal -belki de uydurulmuş- bir hayali var; yenilgi utanç veren bir şey olduğu, o yüzden de birini yenmek utanılacak bir davranış olduğu için [herkesin] rakibini yenmekten kaçındığı Japonya’nın hayali.”
8 Nisan 2009 / Paul Auster:
“ ‘Rekabetten alınan zevk’ derken, kendini tamamen oyuna vermenin getirdiği serbestlik duygusunu, belirli bir anda sadece belirli bir işe yoğunlaşmanın beden ve zihin üzerindeki yararlı etkisini, geçici bir süre için kendini kontrol etmek yükünden kurtulmayı, ‘kendinin dışına çıkma’ duygusunu kastettiğimi sanıyorum. (...) Sırf egzersiz yapmış olmak için spor yapmak bana oldum olası sıkıcı gelmiştir. (...) Maçı kazanmak için çabalarken oyun oynarsın, koştuğunu, sıçradığını unutursun, aslında sağlıklı dozda bir egzersiz yapmakta olduğunu düşünmezsin. Kendini yaptığın şeye kaptırır, kendini unutursun ve tam olarak anlayamadığım bir takım nedenlerle bu durum yoğun bir mutluluk duygusu yaratır.”
11 Mayıs 2009 / J.M. Coetzee:
“Spor konusunda bir söz daha: Başlıca sporların -seyirci kitlelerini çeken ve kitlesel tutkular yaratan sporların- çoğu, XIX. yüzyıl sonlarında İngiltere’nin bir hamlesiyle seçilip sistemleştirilmiş gibi görünüyor. Tamamen yeni (eski bir sporun yeni çeşidi olmayan) bir spor icat etmenin ve bunu hayata geçirmenin ya da (sporlar, var olan oyunlar repertuarından seçildiğine göre) belki yeni bir oyun diye tanımlamam gereken bir oyunu devreye sokmanın zorluğu beni çok şaşırtıyor. İnsanlar yaratıcı yaratıklardır; böyle olduğu halde pek çok oyundan (zihinsel değil, fiziksel oyunlardan) yalnızca birkaçı uzun ömürlü olabiliyor.”
11 Mayıs 2009 / Paus Auster:
“[B]unca yıldır neden yeni oyunların ortaya çıkmadığı sorusu iyi bir soru. (...) Akla ilk gelen cevap, sporların bir kez sistemleştirilince buluş olmaktan çıkıp kurumlaşması. Kurumlar kendi varlıklarını sürdürmek için vardır ve kurumları ortadan kaldırmak ancak devrimle mümkün olabilir. Profesyonel sporda gözden çıkarılamayacak o kadar çok şey, o kadar çok para, başarılı bir takımı çalıştırmanın o kadar büyük kazancı var ki, futbolda, basketbolda ve diğer bütün büyük sporlarda dizinleri ellerinde tutanlar en büyük şirketlerin başındakiler kadar, hükümetlerin başındakiler kadar güçlü oluyorlar. Yeni bir oyuna kesinlikle yer yok."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder