Nisan 26, 2014

Batı’nın sansürü, Doğu’nun sansürü



TIME: "Bir sır öğrenmek ister misiniz?"
Wikileaks’in kurucusu Julian Assange, 2010’daki “ABD Dışişleri yazışmaları” sızıntısından sonra bir anda meşhur olmuştu. Belgeleri dünyanın önde gelen gazeteleri (içlerinde ABD’li gazeteler de vardı) yayımlattı. Bu gazetelere dokunamayan ABD’li yetkililer, Assange’a yüklenmeye başladılar. Wikileaks’e yönelik tecrit operasyonu başladı ve internet sitesinin yayınını durdurmak için her yol denendi. Tabi başarılamadı. Bu arada Julian Assange, bazı gazetelere röportajlar veriyordu. The Guardian’ın internet sitesinde, canlı bir “soru-cevap” etkinliği bile düzenledi. Orada, şu mealde bir soru sorulmuştu: Batılı demokrasiler ‘ifade özgürlüğü’nü çok önemser ve bunu “ahlaki otorite” meşruiyeti olarak görürler. Wikileaks’e yapılan saldırılar biraz da bu iddiayı sarsmış olmadı mı? Assange’ın cevabı şöyle:


“Batı, kendi temel güç ilişkilerini kira kontratları, borçlar, iştirakler, banka aktifleri ve benzeri [ekonomik araçlar] ağı ile [mali olarak] yapılandırdı. Böyle bir ortamda, ifadenin “hür” olması kolaydır çünkü siyasi iradedeki bir değişiklik nadir olarak bu temel enstrümanları etkiler. İktidar üzerinde çok az etkisi olabilen “Batılı ifade” [Western speech] kuşlar kadar özgürdür. Çin gibi ülkelerde yaygın bir sansür var çünkü “ifade” [söz] hâlâ bir güce sahip ve iktidar bundan korkar. Sansüre [Batıda] her zaman ifadenin ekonomik bir sinyal olarak bu çerçevede bir değişiklik imkânı taşıması yönünden bakmalıyız. ABD’nin bize [Wikileaks] saldırısı büyük bir umudu işaret ediyor, “ifade [ettiğimiz şey]” bu mali [yapısal] blokajı kıracak güçte.”

Cevabın ilk kısmında yaptığı karşılaştırma hayli dikkatimi çekmişti. Batı’da “ifade” ekonomik yapıyı bozmadığı sürece özgürdür. Doğu’da ise “ifade”nin ya da “söz”ün hâlâ bir gücü var ve iktidarlar bu güçten korkuyorlar.

Assange’ın da rahatlıkla “Doğu” diyebileceği Sovyet Rusya’sından küçük bir hikâye, aslında meselenin sadece “güç”le ilgili olmadığını, bunun yanında, özellikle “totaliter/otoriter” rejimlerde, iktidarın gücünün arkasında “her şeyin anlamlı olması gerektiği” gibi aşırı-mistik bir kontrol çılgınlığına delalet ettiğini anlatıyor.

Hikâyeyi Sovyet dil bilimci Eric Han-Pira’dan aktaran, filozof Slavoj Zizek:

“Uzun yıllar boyunca, Sovyet medyası ne zaman yüksek nomenklatura’nın bir üyesinin cenaze törenini haber verse, klişe bir kalıp kullanırdı: “Kremlin duvarının yanındaki Kızıl Meydan’a gömüldü.” Fakat 1960’larda, yer kalmadığından, ölenlerin büyük kısmı yakıldı ve küllerini içeren kaplar duvarın üzerindeki boşluklara konmaya başlandı –fakat basın açıklamalarında yine o eski klişe kullanılıyordu. Bu uyuşmazlık Sovyet Bilimler Akademisi’nin Rus Dili Enstitüsü’nün on beş üyesini Komünist Parti Merkezi Komitesi’ne bir mektup yazıp ifadenin güncel gerçekliğe uygun şekilde değiştirilmesini önermeye sevk etti: “Kül dolu kap Kremlin Duvarı’na yerleştirildi.” Birkaç hafta sonra, Merkez Komite’nin (MK) bir üyesi Enstitü’ye telefon açtı, onlara Merkez Komite’nin önerilerini ele aldığını ve eski kalıbı korumaya karar verdiğini bildirdi; bu karar için herhangi bir sebep göstermedi.”
Zizek’in yorumuysa şöyle:
“Sovyet ‘göstergeler imparatorluğunu’ düzenleyen kurallara göre MK haklıydı: değişiklik sadece ölenlerin artık yakıldığını, küllerinin de duvara yerleştirildiğini göstermeyecekti; standart kalıptan herhangi bir sapma, delice bir yorum etkinliğini tetikleyen bir gösterge olarak yorumlanacaktı. Yani, aktarılacak herhangi bir mesaj olmadığına göre, neden bir şeyleri değiştirelim? Bu çıkarıma basit ‘rasyonel’ bir çözüm olasılığıyla karşı çıkılabilir: neden kalıbı değiştirip bunun hiçbir anlamı olmadığı, sadece yeni bir gerçeği kaydettiği yolunda bir açıklama eklemeyelim? Bu tür ‘rasyonel’ bir yaklaşım Sovyet ‘göstergeler imparatorluğunun’ mantığını tümden kaçırır: onda her şeyin bir anlamı olduğundan, bir anlamın reddedilmesi bile ve özellikle de bu tür bir red çok daha delice bir yorum etkinliğini tetikleyecektir – bu sadece belli, iyi kurulmuş bir semiyotik uzam içindeki anlamlı bir gösterge olarak okunmayacak, aynı zamanda bu anlamsal uzamın temel kurallarının değişmekte olduğunun güçlü bir meta-anlamsal belirtisi olacak, bu yüzden de tam bir karmaşaya, hatta paniğe yol açacaktır!”
(NOT: Zizek, semiyotik açıdan Sovyetlerin bir çeşit "göstergeler imparatorluğu" olduğunu savunuyor. Yani "görünen" her şeyin bir anlamı var ve bu anlamlar sürekli olarak iktidar tarafından düzenlenmektedir.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder