Nisan 16, 2014

Bu blog neden var?


En çok kendim için. Kafamı toparlamama yardımcı olsun, arşiv gibi kullanayım. "E bize ne bundan?" diyeceksiniz belki. Ama internetin yeni fenomeni olan "sharing" (paylaşma) ritüeline katkımız olsun. Sürekli hayatımdan insanlar, kitaplar, filmler, diziler, müzikler, olaylar, olaylar, olaylar geçip gidiyor. Bakalım size anlatınca daha fazla anlam verebilecek miyim?

İki küçük hikâyeyle başlayayım madem.

 
İlki, True Detective isimli ilk sezonu yayınlanmış Amerikan dizisinden. Genç dedektifle, tecrübeli dedektif, bir olay yeri incelemesinde muhabbet etmektedir. Genç olan, çok fazla mistik hikâye bildiği için, bir çeşit mistik ritüel içeren cinayetle ilgili hikâyesini kurar. Tecrübeli olan, "Çok çabuk sonuca atlıyorsun" der. Elde hikâyeyi sağlayacak yeterince delil yoktur ama evet, hikâye de mevcut duruma cuk oturmaktadır. Gene de, iyi bir dedektifin, önce delilleri toplaması gerektiğini anlarız.

İkinci hikâye, Matrix filminden. Konsül üyesiyle, bizim Neo gece gezmesine çıkmışlar Zion'da. Zion, malum, yerin bir hayli altında oyulmuş bir çeşit mağara. Bu mağaranın ısıtma, havalandırma, arıtma işlerini yapan makinaların önünde duruyorlar. Konsül üyesi, yaşlı ve bilge adam, "Bu makinalar" diyor, "bizim hayatta kalmamızı sağlıyor." İroni şu: O sırada başka makinalar da Zion'u yok etmek üzere harekete geçmişler. Neo, tabi genç ve heyecanlı, "Ama bunları biz kontrol ediyoruz!" Yaşlı ve bilge adam, nasıl kontrol ettiklerini sorunca da yanıtlıyor hemen: "İstersek kapatabiliriz." Elbette bu imkânsız. Kapattıklarında havasızlıktan, susuzluktan ölecekler. Bağımlı olma durumu bir nevi. Neo soruyor: "Sadede gelirsek?" Bilge adam (mealen): "Benim gibi yaşlı adamlar, sadede gelmek için anlatmazlar."

Siyaset denen acayip şey, bizi sürekli "sadede gelmek" için zorlarken, bu blogda "sadede gelmeden" yazıp çizeyim biraz. Paylaşımlara katkılarınızı da hususiyetle beklerim.